13 Ekim 2011 Perşembe

11 Ekim 2011 Salı

haftasonunu özet geçersek...

annem, kahvaltı, bal, tereyağı, börek, kek, çay, muhabbet, sohbet, güneş, beşiktaş pazarı, üzüm, rakı, balık, akşam, okey, gazoz, çay bahçesi, türk kahvesi, yağmur, tavla, tv, şemsiye, bavul, annem gitti:(, alışveriş, sevgili, şarap, müzik, sigara, uyku.

2 Ekim 2011 Pazar

gıybettir esas olan!

bir ortamda dedikodu kaçınılmazsa, durma sen de yap, bi de üstüne zevk al!
vur beline beline.

30 Eylül 2011 Cuma

Eylül de 30 oldu!


Tıpkı benim gibi. Gerçi ben 30 olalı 7 ay oldu, bu başka bir yazının konusu! Eylül şanslı! Seneye yine birden başlayacak o. Ama ben! Ben 30'dan devam edeceğim. Böyle böyle yaşlanacağım.

29 Eylül 2011 Perşembe

mevsimsel devinimler

şimdi yazdan sıkıldım, ağlanmaya başladım ya; bu sonbahar ve de kış beni yine bezdirmeyi başaracak gibi duruyor. beni dört mevsim sıkıyor zaten. alternatif bi beşinci mevsim falan olsaydı bari. yeni olduğu için severdim hemen. onunla bir paylaşımım olmadığından sıkılmazdım da. accık birbirimizi yaşardık. o benden pek bi şey beklemezdi ama ben ona ne anlamlar yüklerdim. beklerdim de, beklerdim artık. umduğum hiçbir şey olmayınca da boku ona atar, mutsuzluğuma sebep görürdüm.
başlamadan bitirdim beşinci mevsimi. bardak ve doluluk/boşluk mevzusunu çözdüm ben yaa! bardağı kırdım attım. ehiii!

28 Eylül 2011 Çarşamba

dizi mevsimi

diziler başlıyor ve ben artık film indiremiyorum. dexter'a ne zaman kavuşurum bilmem. sırada true blood, weeds var. sonra gelsin mad men, bored to death. seneye de boardwalk empire, game of thrones. eeee behzat ç'yi unutmayalım. bari birileri bitsin de, yer açılsın yenilerine.

bugün ben...

mercimek köftesiyim. kıvırcığa dolanmış, limona bulanmış haldeyim. bugün çok mutsuz değilim, az mutsuz gibiyim.

27 Eylül 2011 Salı

bugün ben...

biraz şöyle, biraz böyleyim. kendimi nereye koyacağımı bilmez haldeyim. herkesten uzak, bi acayip yerdeyim. sanırım bi de kafiye sevenlerdenim...

21 Eylül 2011 Çarşamba

bugün ben...

pimi çekilmiş bir bomba gibiyim... kimin elinde patlayacağım meçhul!

18 Eylül 2011 Pazar

hayyam'dan gelsin!




gerçeği bilemeyiz madem ne yapsak boş
ömür boyu kuşku içinde kalmak mı hoş
aklın varsa kadehi bırakma elden
bu karanlıkta ha ayık olmuşsun ha sarhoş

winter is coming!

diye diye getiricez kışı. gelsin artık. ben bu yazdan biraz kıllandım. gelmek bilmedi, gitmek bilmedi. böyle davetsiz misafirler olur ya, artık yazın varlığı da o tadı veriyor bana. bitmek bilmeyen kavak yelleri gibi, hiç yaşlanmayan ajda pekkan misali... sıkıldım anlayacağınız bu yazdan!
hadi bebeim, yavaştan uzasan diyorum. accık üşüyelim, içimiz titresin sonbaharın gelişiyle. yer aç sıradakine!

5 Eylül 2011 Pazartesi

kayda giriyoruz!

ayşegül is on air!
eylül bize yenilikler getirsin!
sevgi pıtırcığı mode on.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

güne başlarken...

pek iyi başlangıç yapamadım bugün de!

kulağıma çalınan "esssiriyaaaaa*" sesi var bi tek bugüne dair. Gerisini maalesef sildim bugünden.
depremin üzerinden 12 yıl geçmiş ama hiçbir şey değişmemiş.
memlekette savaş hiç bitmiyor, kan durmuyor. bu yıl ramazan hiç bitmesin!


* Eskiler alırıııım! Eskici

9 Ağustos 2011 Salı

üşenmek: işte bütün mesel bu!

günlük üşenmeler
şimdi kim bu sıcakta kalkıp evden çıkacak da, insan içine karışacak. biraz olsun sosyalleşecek. amaaaan!
yaa şimdi kim kalkıp yemek yapacak, yine kahvaltı yaparım ben.
kim kalkıp markete gidecek...
kim kalkıp temizlik yapacak...
allahtan spor yapmaya, film izlemeye, kitap okumaya üşenmiyorum.

hımmmmmfff

29 Temmuz 2011 Cuma

ben buradayım da...

ortalıkta kimse görünmüyor. her yer boş! ortalık toz duman. sıcaktan kaçışmış millet. nerde gölge var, atmış kendini altına. gölgeler, gölgelerin altında. ezilmişler.
sıcak insanı yıpratıyor, eskitiyor, eritiyor. yeni bir bedene buharlaşmak, yeni bir mekanda kök salmak geçiyor herkesin aklından. yaz işte! insanların aklında deniz, kum, güneş, kızlar, erkekler... geçelim bunları. gerçeğe dönelim. kaçamadığımız, izimizi bir türlü kaybettiremediğimiz gerçekliğe. yine varız. yarın da varız! maalesef. hepimiz burdayız!

9 Haziran 2011 Perşembe

serdar ortaç kafası!

ya yeni işe başladım başlayalı elim ne kalem tutar oldu, ne kitap. ökküz gibi çalış, hem de sabahtan akşama kadar! ben böyle tempoya alışık bir insan olmadığım için, isyanlardayım:) araya bi de 4-5 ay gibi bi tembellik süresi girince, çalışmak bize ters demeye başladı iç sesim. allahtan bu aralar çok dinlemiyorum gaipten gelen sesleri. gerçi çok ısınamadım ortama, orası da ayrı konu.
yani ben bu kadar acayibini hayal bile edemezdim. kimin bedduasını aldıysam şu iş konusunda, yüzüm bi gülmedi gitti. para için çalışmaya katlanmak mı? bilemiicem!!!
ozzaman serdar ortaç'tan gelsin. hayyaaaaat beni neden yoruyosunnnnn!

16 Mayıs 2011 Pazartesi

8 Mayıs 2011 Pazar

annem!

hep biraz eksiğimdir karşısında, daima çocuk.
onu ne kadar sevdiğimi göstermek için kıvranır dururum, kelimeler yetmez hiçbir zaman.
sadece onun varlığı nefes almama yeter.
gizli saklı bir şeyler çevirsem bile, onun her şeyin farkında olduğunu içten içe bilirim.
benim annem hisseder.
bi de benim annem hiç yaşlanmaz:)
hep en güzeli, en bilgesidir.
lafı gediğine koyan atasözleri, yaratıcılıkta sınır tanımayan esprileri,
hiç sönmeyen bir gülüşü vardır.
ve hiç yatıştıramadığı kıvır kıvır saçları.
bi de benim annemin beş tane omuzu vardır, her omuzunda da melekleri.
annem hep yanı başımdadır.

6 Mayıs 2011 Cuma

Yalnızlık deliliğin hammaddesidir*


Carol'ın "delirmesi"nde hammadde sadece yalnızlık değildir- buraya denk geldi ondan yazdım. Yalnızlık sadece tuzu biberidir deliliğin. Diğer etmenleri, izledikten sonra görürsünüz.

*Murat Menteş / Korkma Ben Varım

29 Nisan 2011 Cuma

kasten!

namütenahi bir karanlık.
mümkünü yok sabahın.
çok kuzeye gitmişiz.
kaptan uyumuş dümenin başında.
kırdık dümeni çocuklarla.
fır döndü,
durdu sonunda.
kaptan derin uykuda.
rüyasında denizkızları gıdıklamakta.
susturduk dalgaları.
aman uyanmasın kaptan!
karıncalar geziyor suda.
öptük birbirimizi.
uyuduk sonra.
dandini dandini
dastana.

son durum

yine sessizliğe gömüldüm. içimde filler tepişiyor, dışarda ılıman iklim. bahar ne memlekete intikal etti, ne de şu bünyeye. fazla yağmurdan köklerim çürüyecek. Her şey dengeli olmalı. ying yang misali. yüzümü doğuya döndüm, kıçım açıkta kaldı. meğerse benim oda kuzey cepheymiş. kıbleyi yıllardır yanlış bilirmişim. kaza yaparız artık! günahı müteahhitin boynuna. kaza demişken, araba çarptı bana otobanda. surat murat kalmadı. tipime kaydılar. ben %100 kabahatli bulundum bi de promilim yüksek çıktı. polis, B vitamini iç geçer dedi. ceza olarak da gişelerde arabaların camlarını sileceksin dedi. gelirini kobiye bağışlayacakmışım. küçüklerine ama, büyükleri zaten yolunu bulmuş. bu da bi anıydı, yalandan. herkes işini iyi yapsa, bu memleket uzaya mekik bile yollardı. neyse biz de iyiyiz ama, tüpgaz görünümlü nükleer santralimiz var. ordan burdan şurdan derken, yetti bana. eyvallah dedim. cevap gelmedi. o zaman allaha ısmarladık. ne mi? aramızda!

18 Nisan 2011 Pazartesi

artık genç olmamak!

otuzyaşına geldim ve artık genç kategorisinde değilim. eleman ilanlarında bile "otuz yaşını aşmamış" diye not düşüyorlar. otuz yaş ne acayipmiş. insan elinden bir şeylerin kayıp gittiğini fark ediyor bir anda. bir şeyler yapmak için çabalamaya başlıyorsun. gücün yettiğince. adım atıyorsun. elinde patlıyor girişimlerin. hava da kapalı ve yağmurlu olunca otuz yaş basıyor da basıyor. çöküyor omuzlarına. fonda da downtempo bir müzik. depreşmemek elde değil.

15 Nisan 2011 Cuma

okudum da nooldu?

bugün hayatımın ilk "okuma bayramı"na gittim. bizim zamanımızda böyle şeyler yoktu ya da biz devlet okullarında okuduğumuz için böyle etkinlikler olmuyordu. sınıf altmış kişi, hangi birine görev vereceksin falan falan. öğretmenin vay haline! bizim zamanımızda kırmızı kurdele takarlardı okumayı sökene. sınıfta okumayı söken üçüncü öğrenciydim. bu duruma çok bozulmuştum:) ben küçükken biraz hırslıydım, büyüyünce geçti. o kırmızı kurdele göğsümde eve gidişim hala gözümün önünde. değişik.
devlet-özel karşılaştırması yapıp, fakir edebiyatına girmeyeceğim. benim gittiğim okuma bayramı bir özel okulunkiydi. kardeşimin velisi olarak, kendini yalnız hissetmesin onca veledin arasında diye gittim. gerçi bizimki veletlerin öğretmeniydi, ama heyecanı onlar kadar. neyse, güzeldi, eğlenceliydi. çocuklar çok komikti, çok tatlılardı. tabii ki yine uzaktan:)
şimdi bu çocuklar eğitim mefhumunun içine bi şekilde girdiler. artık paçalarını kurtaramayacaklar. üniversiteyi kazanana kadar onlara rahat yok. ondan sonra da yok da, konumuz o değil. dersimiz, hayat; konumuz, da vinci şifresi!
bugün taksim'de galatasaray lisesi'nin önünde ygs'deki şifreyi protesto eden gençler vardı. hayatlarının gidişatını belirleyecek sınavların "sehven" şifrelenmiş olması onları çileden çıkardı, bizi de.
gündüz bu protestoya tanık olup, akşamüstü de mini mini birlerin okuma heyecanına ortak olmak biraz ironi yaşattı bana. malum bu memlekette ironisiz gün yok. canım sıkıldı. okumayı söktün de nooldu diyesi geliyor insanın. sökmeden de bir yerlere gelmeni sağlayacak şifreler mevcut şu memlekette. şifreyi çözmüşlerle dolu meclis. iki kelimeyi bir araya getiremiicek insanlar bizi "temsil"ediyor. konuyu dallandırıp budaklandırmiicam.
"eğitim şart!" derler ya, yanlış! "şifre şart!" onun aslı.
sözüm miniklere; durmak yok, okumaya devam! zaten "oku" demişler zamanında, o günden beri okuyoruz. okuduğumuzu pek anlamıyoruz! orası ayrı.

13 Nisan 2011 Çarşamba

nihat, geri dön!

nihat'a açık mektup.
nihat, sen gittin gideli memlekete bi acayip haller oldu. doğudaki savaş bitti. ekonomi düzeldi. işsiz falan kalmadı memlekette. kahvehaneler sinek avlıyor. taksiciler, yağmurlu gün olsa dahi duruyorlar ve seni istediğin yere götürüyorlar, üstelik paranın üstünü de tam veriyorlar. istanbul'da trafik'ten eser kalmadı. nükleer enerji santrali projeleri iptal edildi. bir sürü rüzgar türbini yolda. hes'lerin kökü kazındı memleketten. tutuklu gazeteci sayısı sıfırlandı. demokrasi aldı yürüdü. herkeste bir rehavet. sen gittin gideli, kendimizi tanıyamaz olduk nihat! haa bu arada demirören alışveriş merkezinin kaçak iki katı da yıkıldı. noooluyor anlamadık. nihat, geri dön! biz bunları kaldıramıyoruz! alışmamış götte don durmaz hesabı, neye uğradığımızı şaşırdık. kavga etmemek ağır baskı oluşturuyor bünyemizde. nihat, geri dön ve dönsün dünyamız eski haline.

11 Nisan 2011 Pazartesi

Halk George Lucas'a karşı!


Sıkı bir "Star Wars" fanıysanız, bu belgesel de hoşunuza gidecektir. Ben o kadar sıkı bir fan değilim ama çok hoşuma gitti.
Ntv'de festival sonrası yayınlanır kesin. Denk gelirseniz, kaçırmayın derim.
imdb

8 Nisan 2011 Cuma

Güvercinle beslenenler!

Karşı apartmanın üst katında enteresan şeyler oluyor. Yıllardır orada yaşayan huysuz amca öldükten sonra, ondan daha huysuz olan kız kardeşi taşındı daireye. Önce balkonu pimapenle kapattılar. Balkon karmakarışık. Burnuma kötü kokular geliyor. (Bu kokunun müsebbibi o apartmanın hemen altındaki ciğercinin havalandırmasından bizim eve doğru seyirten duman da olabilir, orasını karıştırmayın.) Bir gün mutfakta otururken balkonun içinde uçuşan bir kumru gördüm. Dışarıda da bir kumru pencereye doğru saltolar yapıp uçuyordu. Sonra takibe aldım balkonu. (Röntgenci değilim, en azından dürbünüm yok. Zaten dürbüne de gerek yok, çok yakın.) Günün belli saatlerinde pencere açılıyor. İçeri teker teker güvercinler, kumrular giriyor. Pencere arkalarından kapanıyor. Yiyorlar lan güvercinleri, canım kumruları. Gerçek kumru sandviç yapıyorlar galiba. (Tam bu satırları yazarken, gözümde karşı balkonda bu arada, yine bir kumru zıplayıverdi. Rahmetli mi demek gerekir acaba?) Hepsi hayal ürünüm de olabilir. Günahlarını almayayım. (Bu lafa da bayılırım, sen konuş konuş, sonra günahlarını almiim. artık çok geç, cehennemde görüşürüz.) Sanırım son giren güvercinle de öğle yemekleri hazır oldu. Bir gün beni yemeğe çağırırlarsa gitmem. Güvercin sevmem ben, kumrulara da mesafeliyim. Gelip gidip sardunyalarımı didikliyorlar. Ama menüde martı varsa tekliflerini düşünebilirim. Martılara da gıcığım var, onları yiyebilirim. Sonuçta hepsi hayal, yalan yani. Uydurdum gitti. (Yazıyı yazarken kendimi Alfred Hitchcock'un "Arka Pencere"sindeki Jeff gibi hissettim. Ayrıca şu anda tekrar izleyesim geldi. Bugün bu işi çöziim ben)

unutma beni apartmanı


Biz çocuk doğurmaya, anne olmaya biraz uzak duranlardanız. biz biraz içe kapanık, biraz ayrıksı, biraz her şeye uzağız. en yakınım, nerminim'in kitabını anlatmaya kendimden, daha doğrusu içine bir grup büyümemiş kadını alan azınlıktan yola çıkarak anlatmam birçoğunuzun garibine gidebilir. gitsin.
kendim kadar iyi tanıdığımı düşündüğüm, bir tarafımla aynı olduğum bu insanın kitabını okurken hiç bilmediğim bir yolculuğa çıktım. yolculuklar biraz da olsun tahmin edilir, insan kendi planlar gideceği yerleri, yanında götüreceklerini. ama bu öyle bir yolculuktu ki, hiçbir ayrıntıyı bilmeden çıktım yola.
bir çocuğun, bir genç kızın, bir annenin, bir kadının, yaşlılıktan korkanların, yalnızlıktan korkanların, hikaye uyduranların, hayallerde yaşayanların, kendi dünyasının dışına çıkamamışların, hayallerinin peşinden koşanların ve hep bir tarafı eksik kalmışların kitabı "unutma beni apartmanı".
içinde kocaman bir dünya.
en sevdiğim bir bölümü alıp aktarayım diyorum, olmuyor. seçemiyorum. birini alsam, başka bir cümle küsecekmiş gibi geliyor. alamıyorum.
kitabı çok anlatmıyorum ki heyecanınız kursağınızda kalsın. Alın, okuyun efenim kitabı. Yeni bir yazar keşfetmenin heyecanını yaşayın. Hem de bu yazar bizden biri:)

7 Nisan 2011 Perşembe

olsa da olur olmasa da olur filmler kuşağı -1

Downloading Nancy
Good Dick
Duyarlı bir sinema izleyicisi olarak bunu da buraya yazmayı görev bildim. Yani karşınıza çıkarsa bilginiz olsun.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Bu tırnak makası için biraz geç kalındı!


Tırnak keserken siz de zorlanmaz mısınız? Yok sağa kaydı, yok sola kaydı derken, zorlu bir sınav verir insan. "Klhip" adlı bu futuristik tırnak makası gördüğüm kadarıyla bu sorunu ortadan kaldırmış. Bi de çok artistik görünümü var.
Şurda gördüm, kaçırmadım.

don't worry, be happy!


Yorum yapmaya gerek bırakmayan güzel bir çalışma olmuş. Şurdan

5 Nisan 2011 Salı

günün menüsü!

bugün nermin yiğidime, elcağızlarımla pirinçli kabak yaptım. dün yaptığım pazıyı da katarsam, bayaa besleyici bir öğün olacak gibi. yoğurtla pek güzel gider. yıllardır nermin'e aynı yemeği yaparım, seviyo diye:) canım o da beni kırmaz, hep çok güzel yapıyorsun diyip yumulur:) başka yemekler de yapabilmek isterdim tabii. mesela bir karnıyarık. bir gün o da olacak nermin!

31 Mart 2011 Perşembe

rüyalarda buluşuruz!

dün değil ondan önceki gece rüyamda bir tekstil atölyesinde işe başladığımı gördüm. sonuçta rüyamda da olsa işe girdiğim için sevinmem gerekirken sabah çok mutsuz kalktım. o da iş tabii ki, ama benim istediğim o değil. gerçi benim istediğim işi bana verecek patron gelmedi daha dünyaya. ben geziim, param hesabıma yatsın. ona patron denmiyor başka bir şey deniyor ama neyse demiicem:)
öptüm baay!

bugün bunu gördüm

202'nin üst katından geçtiğimiz yollara bakar iken, kaldırımdaki çiçekçi kadına/anaya takıldı gözüm. koca memelerinin arasına sıkıştırdığı çocuğunu, hırkasıyla sararken gördüm. hırka uzadıkça uzuyor, çocuk anasının koynuna sokuldukça sokuluyordu. bayaa güzel görünüyorlardı. sonra hemen o duygusal anın içine edip, onların fotoğraflarını çeken, nikon ya da canonlu bir genç kız canlandı gözümde. fotoğraf aşkıyla yanıp tutuşan genç kızın, hayatının karesini yakalamış olduğunu düşünerek, kaldırımdaki bir kedi gibi sürünerek anasıyla bebesini fotoğraflarken hayal ettim. ne duygusallık kaldı, ne de o kare. zaten otobüs de seyir halinde olduğu için baktığım yerde yeller esiyor, herkes ve de her şey hızla değişiyordu. neyse dedim koltuğa gömülüp uyumaya çalıştım. belki rüyamda bir keki dişlerken görüp, ağzımı şapırdatırım yine diye düşündüm. yapmadığım şey değil. otobüste uyumak benim için girilmesi tehlikeli ve yasak bir inşaat gibidir. neyse nerden nereye geldim!

29 Mart 2011 Salı

Kaçak var!

Beş yıldır kablotiviyi kaçak izliyorduk. Ta ki düne kadar. Hangi orosbunun evladının yüzünden bilmiyorum ama, dün apartımanımızdaki tüm kaçakları elden geçirmişler. yani benden kazandıkları beş on milyonla zengin olacaklarsa, veririz. vericez zati!! hemen üye olduk maalesef. el mahkum. sinir oldum. ayrıca ttnet'in götümüze soktuğu kazıkla da resmen yüzleşince sinir katsayım arttı bugün. başım tuttu (annem geldi aklıma:)
kablotivi bağlanana kadar televizyona kendimizce anten uydurduk. yani hiç televizyon izlemem, evde yok ya canım çekiyo.
yaptığımız anteni görse birileri, yaratıcılığımızdan ötürü takdir alırız:) zihni sinir halt etsin:)
valla izliyoruz şimdi sienbisieyi.
türkün elinden ne kurtulur arkadaş:) kendimizdeki potansiyeli değerlendirmeliyiz. biz ufaktan başladık!

çok sıktın ama!!!

Yani gerçekten tam bir şey yazmak geçiyor içimden, bi de bakmışım bloğuma erişmek yine mahkeme kararına takılmış. Sonra sinir katsayım artıyor, küfür etmeye başlıyorum ağız dolusu. benden günah gitti, bu bloglara erişimi engelleyen herkesin yedi ceddini kalaylıyorum. bilginiz olsun.

25 Mart 2011 Cuma

manu chao yine yalann oldu!

yıl kaç tam hatırlamıyorum, manu chao istanbul'a geliyor dediler, biz de dört kız arkadaş otostopla yola çıktık Eskişehir'den. yolda binbir türlü aksilikle karşılaşıp, gece oniki'de, bal kabağına dönüşmeden istanbul sınırlarına girmiştik. konser bitmişti. biz de okulda ondan bundan topladığımız paralarla içelim bari diyerek kendimizi önümüze gelen ilk bara atmıştık. hayal kırıklığı ve muz kabuğuyla, alt dudak titrek bir vaziyette içkimizi içtik. gerçi yalan söylemiim bayaa da eğlendik. amacımız eğlenmekti ve onca yoldan, ne badireler atlatarak gelmiştik:) neyse uzun lafın kısası, manu chao'nun kişisel tarihimde önemli bir yeri vardır. ondan kelli, nisan ayında manu chao'nun babylon'a gelecek olması beni oldukça, hayli, fazlasıyla heyecanlandırdı. maalesef yine gidemiyorum, yine gidemiyorum! bilet kalmamış dediler, nazlı yar. zın zın zın zın....
yine de lav yaa manu:)

23 Mart 2011 Çarşamba

kursağıma oturdu!

ulan olley demiştik, ne güzel açıldı demiştik, tak tekrar kapandı. bi de baktım açılmış. ulan arkadaş oyuncak ettiniz bizi yaaa! isyanım var otoriteye, sansürcülere!!!
bi daha kapatırsanız beni karşınızda bulursunuz. bu da böyle biline!
hay yarabbim yaaa!
bak bi daha girdiğimde açık olacak bu blogspot!
delirttiniz lan milleti!

15 Mart 2011 Salı

olley beee!


canım biloğum, özledin mi beni? senin yokluğunda neler oldu neler? seni niye mi kapattılar? orasını sorma, anlatsam anlamazsın. ben bile anlamakta güçlük çekiyorum, yorma güzel kafanı.
güzel bir film izledim biraz önce. the road. post-apokaliptik bi filmmiş. öyle diyolar. yani kıyamet sonrası. gerçekten atmosfer süper olmuş. bayaa kötümser, ama sonunda yine "there is a hope, brother"a bağlıyorlar işi. ben kötü sonu tercih ederdim. gerçekliğinden hiçbir şey yitirmezdi. ama her haliyle güzel. oyunculuklar ve atmosfer mükemmel.
imdb'si de şurdan

21 Şubat 2011 Pazartesi

Ben

Birinci tekil şahıs. Ben.

Tekilliğimi tüm hücrelerime kadar hissediyorum.

Hayat ve ben. Baş başa, saç başayız. Kim galip gelir? Biliyorum cevabı, fakat dile getirmek istemiyorum. Korkuyorum. İç sesimin dile gelip, duyduklarıma inanamamaktan korkuyorum.

Baştan başlayalım. Çirkin ördek yavrusu olarak başladığım şu hayatımda, bu psikolojiyi bir türlü üstümden atamayıp devam ettim hayatın çakıllı yollarında. Dere tepe düz gittim, büyüdüm her köşebaşında. İçimi aydınlık tutamadım, karanlığa doğru dallandım, budaklandım. Hep acı duydum, kaygılandım. İnsanlığa üzüldüm, ölenlere, öldürenlere, en çok da kendime. Her şey beni bulurdu. Hayat, bu kadar basitti. Hayatın sadece beni gözettiğini düşündüm. Kendimi merkeze koydum, egomu eller aldı. Ben, herkes için vardım. Herkes, kendi için. Düşünmek benim işimdi. Beynim durmaz konuşurdu, taa küçüklüğümden beri. Bir ses vardı benden içeri, konuştu durdu yıllarca. Beni susturdu kimi zaman, dinledim durdum zırvalarını. Öyle, böyle derken bir bakmışım yaş olmuş otuz. Bende pek bir ilerleme emaresi yok. Kıt’a dur pozisyonundayım.

Dank eder bir gün kafama, hayatın geçtiği belki. İş işten geçer, aşık ayşegül göçer gider. O kesin, belli.


zın zın zın

16 Şubat 2011 Çarşamba

Bir kitap okudum, her şey normal!

Alain de Botton'ın Romantik Hareket*'ini okudum geçenlerde. Okurken, kitapta geçen kişilerin isimlerini üşenmedim tek tek yazdım. İlginç geldi bu kadar çok olması. şimdi kitapta ismi geçen şahısları buraya diziyorum, burada olan el kaldırsın:
Thales, Heraklitos, Platon, Saint Agustine, Hobbes, Hegel, Schopenhauer, Marx, Rodin, Klimt, Oscar Wilde, Andy Warhol, Cyril Connolly, Jean-Luc Godard, Jean Seberg, Jean Paul Belmondo, Mozart, John Ford, Sartre, Manet, Degas, Henri de Toulouse-Lautrec, Pissaro, Truffaut, Dickens, Whistler, Monet, Aristo, William Faulkner, Goethe, La Rochefoucauld, Berkeley, Nietzche, Konfüçyüs, Tolstoy, Beckett, Ruth Benedict, Miskima, Krishnamurti, Alan Watts, Klein, Freud, Donald Winnicott, Darwin, Montaigne, Jenny Holzer, Hitler, İdi Amin, Flaubert, Amelie Rorty, Troçki, Rousseau, Picasso, Pavlov, Jean Piaget, Stendhal, Kant, Husserl, Heiddeger, Descartes, Lewis Caroll, Dante, Galileo, Gassendi, T.S. Eliot, Nabokov, Chamfort, Chopin, Schubert, Pascal, Titian, Horatius, Sokrates, Wittgenstein, La Mettrie, John Dryden, Shakespeare, Keats, Marilyn Monroe, Ravel, Wordsworth, Richardson, Tom Stoppard, George Bernard Shaw, Van Der Weyden, Botticelli, Bach, Pergolesi, Ray Charles, Aretha Franklin, George Santayana, Baudelaire, Rimbaud, Laplanche, Pontalis, Bergman, Harold Pinter
*Bence okunsun, oldukça eğlenceli bir kitap.

Evim evim güzel evim:)



Toki'den ev çekilişine katıldım, bana da bu çıktı. biraz türbeye benziyor ama olsun. sonuçta istanbul'da evin olunca kendini padişah gibi hissediyorsun. artık evim var deyip, toplu taşıma kullanmaya son verdiğimi zannetmeyin. gördüğünüz üzre yeşil akbilim ve ben hep yollardayız, halkın arasındayız, tebdili kıyafetle. hasodabaşım ülkü'yü de unutmayayım, zira fotoğrafı kendisi çekti.

14 Şubat 2011 Pazartesi

günün isimleri!

kız olursa, gıybet. erkek olursa goygoy.
erkek olursa hıncal'ı da düşünebilirsiniz, kendisi zira en büyük goygoycu. ama kim gidip oğluna hıncal adını koyar bilmiyorum!

13 Şubat 2011 Pazar

dünden kalanlar, bugüne taşanlar!

insan yıllar öncesine ait mektupları bir anda karşısında bulunca, bir garip oluyor. zamanında döne döne okuduğun satırları, ilk defa okuyormuşcasına heyecanlanmak ne güzel bir şey. hala heyecanlanabiliyor olmak ve o günleri gözünde canlandırabilmek, yeterince yaşlanmadığımı hissettirdi bana. hala hatırlayabiliyorken o büyük hasreti yeniden yaşamak. keşke o zaman benim yazdıklarımı da okuyabilsem. hayatımda neler değiştiğini görebilsem. stres, sıkıntı ve mutsuzluk kapasitesi bakımından pek bir şeyin değişmediğini karşılaştırmadan da anlayabiliyorum. bu da bana özel bir özellik, bana has:)
insan nostalji yapınca, duygusal oluyor.
tüm duygusallığım şu an televizyonda izlediğim orkid reklamı aldı götürdü. o ne la!!! (behzat ç. tepkisi)
hay sizin yapacağınız reklamı, bırakmıyorlar ki daha iyisini yapalım. neymiş büyük ajans deneyimim yokmuş. siktirin gidin! daha ağır konuşmadan bu entry'i de burda bitireyim bari!
hadi hayırlı tıraşlar!

11 Şubat 2011 Cuma

ille de jazz!

valla geldim ve yazıyorum. bu akşam altnokta'da sarp maden quartet konserine gittik. iyi ki de gittik. çok da güzel olmuş. önceden niye gitmemişiz. keşke gitseymişiz:)
bir insanın sess olmasına şahit oldum. çaldığı enstrümandan çıkan çıkan sesin, vücuda gelmiş halini gördüm bu akşam sarp bey'de. adam çalmıyor sadece, sesin de bedeni oluyor. ağzıyla sesin çıktığı nokta olurken, bedeniyle hayat veriyor o sese. inanılmazdı. belki başka müzisyenleri de bu kadar yakından görsem, daha bir bütünleşmeye tanık olurdum. bu ilkti ve güzeldi.
altnokta, insanı yabancı bir filmdeki jazz bar ortamına sokuveriyor. böyle bir mekanın taksim'deki varlığı bizi ilk anda şoka uğrattı. gayet boş ve gayet sakin. sonra dörtlü çıktı sahneye, tam moda girdik. sarp maden ve saz arkadaşları ikinci icraatlarına geçecekken tuncel kurtiz ve ailesi geldi yan masaya oturdu. o da güzel bir enstanteneydi. her şarkıda, her soloda alkış hevesi vardı dayıda. güzeldi, tarifsizdi.
sonra şarkılar geldi ardı arkasına. köşeler, yaprakların arasından ay gibi gibi. oldukça keyifli bir akşamdı.
müzisyenlerin kendi aralarındaki o sözsüz iletişime yainen tanık oldum. her notada birbirlerine bakıp, gülüyorlar ve bizim bilmediğimiz bir dilden konuşuyorlardı. iyi ki de bilmiyorduk, bilsek büyüsünü yitirirdi her şey.
sonra tuncel kurtiz küçük oğlunu cami avlusuna bırakır gibi karısı ve büyük oğluyla kayboldu. nerdeyse ufaklığı bize götürcektim, öylesine üzüldüm. gerçi o eğleniyordu, mutluydu halinden. bu işte bi tuhaflık vardı:) ülkücü gençlik, tuncel dayıya "goygoycu" sıfatını takmıştı bile. biz gerçekleri ardımızda bırakıp uzamıştık mekandan.
çeyrek kokoreçle kapadık akşamı.
jazz üstü geleneksel bir lezzet iyi gitmişti. keşke sevgili de yanımda olsaydı. çünkü akşam güzeldi. kahkahalarla doluydu. onun gülüşleri de eksik olmasaydı benimkinin yanında. bir dahaki sefere diyip, geceyi noktaladık.

2 Şubat 2011 Çarşamba

ölüm, bir an geliverir!

bugün defne joy foster'ın ölüm haberini duyduğumda gerçekten şok oldum. telefonun diğer ucundaki sevgilimi sinir edecek kadar "şaka mı yapıyosun?" sorusunu tekrarladım. yaa çok gençti daha, daha yeni anne olmuştu, hayat doluydu, acayip neşeliydi hani... ölüm bir anda, haber vermeden gelen misafir gibidir. kapıda öylece bitiverir. ısrarcıdır. alır, götürür. arkasından bakakalırsın.
çok acayip üzüldüm. hiç tanımazdım ama hep severdim. gerçi bu dans yarışmasındaki "histerik" halleri biraz gıcık etmişti beni ama yine severdim.
güle güle defne:(

25 Ocak 2011 Salı

insomniyaaaaaaaa!

iki gecedir uyuyamıyorum. dün akşam yatağaerken girdim ki melatonin hormonumu kaçırmadan, mışıl mışıl uyuyayım diye. nerdeeeee! sanırım derin uykuya dalamama sorunum var. bu aralar sinirlerimin biraz yıpranmış olmasına veriyorum.
uyuyamamak kötü bi şey. haplanmış gibi hissediyorum kendimi. gözlerim mütemadiyen kedi götü gibi, kırmızı kırmızı bakıyorum. hafif şişik olması da ayrı bir hava katıyor.
son olarak uyumak istiyorum.
değişik yöntemler geliyor aklıma. bakalım bu akşam onu deneyeyim belki uyurum.

16 Ocak 2011 Pazar

yeraltından yerüstüne!

hemen de sıkıldım burdan! rutine bağlamışım hayatı acayip şekilde. yeni bir rutin, yeni alışkanlıklar bir anda beni gerdi. bu rutine alışıp, yeraltında takılıp kalmaktan korkuyorum sevgili günlük.
naaapsak acaba?

666. kayıtı geride bırakıp, şen şakrak günlere yol alalık!

ya insanda bazen saçma bi inat olur ya. bi şey vardır. film mesela, ya da bi müzik. yani bi şey. ve günlerdir hatta aylardır karşılaşırsın ara sıra, yüz yüze gelirsin. ama sen bir adam sendecilik tavrıyla başını çeviriverirsin. anlamsız yere. önemsemezsin. ne biilim neden? bana sorma!
işte yine bu tavırla uzun zamandır görmezden geldiğim "büyük ev ablukada"yı dinledim henüz. ve sevdim. hep böyle oluyo zati! görmezden geldiğim şeyler, insan da olabilir. kalbimde yer eder benim.
sonuçta sevdim. allah yollarını açık etsin. amin!
oynatalım uğurcuuum!

11 Ocak 2011 Salı

günün isimleri!

erkek olursa, lokman. kız olursa, leyla!
erkek olmasın! o ne lan öyle, lokman. kafam güzel konuşturmayın beni!

7 Ocak 2011 Cuma

yeraltından notlar!

arada yer üstüne çıksam da, bu aralar yer altında takılıyorum. underground yani. - hemen burada üniversite yıllarında kapıcı dairemize gelen bir sınıf arkadaşımın evimizi görünce söylediği lafı aktarayım size: "vaaaay! underground takılıyosunuz, haa!". salak herif:)-
ülkü ve ben işsizlik günlerimizi evde film izleyerek geçiriyoruz. bir gün aşırı dozdan gidiyordum. kapanışı tarkovski'nin ayna'sıyla yapmaya kalkınca, televizyonun karşısında koltuğun içine gömüle gömüle uyudum. ama pilatesten gelmiştim ve yorgundum. yoksa tarkovski benden sorulur! -burada araya girmeden edemiicem, tarkovski'den korkarak geçirdiğim yılları unutturmam kendime.- günün dördüncü filmi olarak, saat 22.30'da, pilates sonrası tarkovski izlenmemeli. yine gözüm korktu. andrey rublev'e gelemeden yine bir mesafe girdi arama. ama aşıcam.
film izlemek dışında, evimizi güzelleştirerek geçiriyoruz zamanı.
geçen gün eminönü'ne gittik, halka karıştık biraz. süperdi yaaa. otobüste milletin telefon konuşmalarını dinledim. genç bir bağyanın isyanı kalbimi parçaladı. evliliğe yanaşmayan sevgilisinin, ona tek taş almak yerine kendisine PSP3 alması beni de gerçekten derinden yaraladı:) sonra sırt kaşıma aleti satan amcanın kendine slogan olarak seçtiği "kimseye muhtaç olmayın!" cümlesi beni uzak diyarlara aldı götürdü. eve gidince hemen başucumda duran sırt kaşıma çubuğumla, kimseye muhtaç olmadan muhteşem dakikalar yaşadım.
süleymaniye süperdi! görkemli. hiçbir dine üye olmasam da insanlarını ibadet ettikleri yerler hoşuma gidiyor. ruhani bir yanı var. saygı duyuyorum. -aslında saygı duyduğum mimarisi yaaa! yalan atmayalım.- mimar sinan, I appreciate you! nur içinde yat. bu defa de giremedik türbene bu arada. süs diye mi duruyor orada o, anlayamadım.
neyse fasülyemizi de yedik bir güzel! bayılıyorum süleymaniye'ye. kanuni sultan süleyman'a saygılar! iyi ki yaptırmışsın sultanım.
binbir türlü insanla karşılaşıp, binbir türlü muhabbete kulak misafiri olup döndük evimize.
şimdi belgesele geçiyoruz sevgili günlük. tuncel kurtiz'in kötü seslendirmesi eşliğinde life belgeseli izliicez sevgilim ülküyle.
hadi baaay!