29 Haziran 2010 Salı

anlam karmaşası

insan nişantaşı'nda bir mekana yemeğe gidince farklı beklentiler içerisine giriyor doğal olarak. normal yani.
mekanın dışarıdan görünümü güzel, zaten etiler'de de görüyorum sürekli (otobüsten:), bir kere gitmişliğim de olabilir. mekana girdikten sonra da bir problem yok. fakat duvarlara göz atıyorsun inceden, ulan o ne? gelen bütün ünlülerin fotileri yan yana, yan yana, koca koca çerçeveler halinde tüm duvarları kaplamış. hande yener'in popçu hallerinden, küçük emrah'ın haydi şimdi gel diyen bakışlarına, seda sayan'ın seda sayan olduğu zamanlara:) kadar bir yolculuğa çıkıyorum. sanki bir televole programında gibiyim. tüm magazin programları bir film şeridi olmuş da akıyor gözümün önünden. neyse bakmamaya çalışıyorum, müzik açtılar bir yandan. müzik güzel.
peki ya garsonlar???
bi an şüphe duydum, lahmacuncuya mı geldik biz diye. garsonlar göbekli ve oldukça kıllı. içli köftede de dna testi yapılmaya yetecek kadar kıl vardı zaten. hemen anladım kılın kimin olduğunu, teslim ettim sahibine.
yemekler güzeldi allahtan.
hesabı istedik. tabldot yemek yediğimiz yerlerdeki samimiyeti yakaladık hemen garson abiyle: "çay, kahve verem mi?" dedi, "yok" dedik. uzaklaştık mekandan.
şimdi mekanın ismini vermiicem, bilirsiniz bir trendsetter olduğum için, insanlar gitmez falan oraya. ekmekleriyle oynamayayım.
her şeye rağmen sevdicekle, göz göze, diz dizeydik.

28 Haziran 2010 Pazartesi

kelebek etkisi!

ne kadar çok kelebek var bu aralar. Her yerdeler. Ne güzel. Bugün toplantıda o kadar sıkıldı ki odadaki kelebek, kendini dışarı atmaya çalıştı. dışarı çıkacak tüm delikler kapalı olduğu için, benimle birlikte sıkılmak zorunda kaldı. dinledi, dinledi, dinledi. sonra çıktık birlikte toplantıdan. bi baktım, kapıda bekliyor annesiyle babası. sonra gittiler evlerine. ofise döndüm, bi baktım masamda bi kelebek. toplantıdaki arkadaşımın kardeşi. bana selamı varmış. sen de selam söyle dedim. annenle babanın ellerinden öpüyorum diye ekledim arkasından. duydu mu bilmem, balkona seyirtiyordu o sırada.
sürekli kelebekler geziyor kafamızın üstünde. bahçede oynaşıyorlar, yaramaz çocuk gibi hiç durmuyorlar. çok hoşuma gidiyor. gülüyorum ama içimden. çünkü dışımdan gülmek gelmiyor.

24 Haziran 2010 Perşembe

yabancılaşma!

insanın başına bir anda geliveren, yaptığı işten soğutan, bulunduğu ortamdan tiksindiren, "ulan ne işim var benim burada?" ya da "nooluyor lan?" dedirten durum. sonra geçiyor ama, o an bir düşünüyorsun, silkelenip kendine gelmek istiyorsun. gidişata dur demek gerektiğini düşünüyorsun. sonra yavaş yavaş yumuşuyor ilk darbenin etkisi. acıdan uyuşuyorsun galiba. ya da düşünmekten vazgeçiveriyor beynin. sıradanlaşmaya başlıyorsun yeniden. akışına bırakıyorsun, koyveriyorsun bi nevi. "ulan bi ben miyim akıllı?" demek gibi bi şey. olmuyor yani. uzaklaşamıyorsun lanet olası düzenden. sen de ona göre düzenlenmişsin. etrafındaki her şey gibi. işin, arkadaşların. herkes ve her şey deviniyor bu sıradanlıkta. ben de onun bir parçasıyım. ben olmadan da dönüyor tabii düzen. ama ben onsuz dönemiyorum. hepimizi düzmüş anlamıyoruz. artık çok geç her şey için. "fazla düşünmemek lazım" hemen kaçıyorum.
ayşegül kaçar!

22 Haziran 2010 Salı

şiir salısı 3

Dedikodu / Orhan Veli KANIK

Kim söylemiş beni
Süheylâ'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüğümü,
Yüksekkaldırımda, güpegündüz?
Melâhat'i almışım da sonra
Alemdara gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galataya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.

Ya o, Muallâ'yı sandala atıp,
Ruhumda hicranın'ı söyletme hikâyesi?



günün anlam ve önemine hitaben:)

21 Haziran 2010 Pazartesi

çook sıkıldım

herhalde bizim işimizin en gıcık yanı isim ve slogan bulmaktır. çok sıkıcı olmasının yanı sıra, ne kadar çalışırsan çalış her zaman içinde bir olmamışlık hissi oluşuyor. yazdığım hiçbir şeyi beğenemiyorum. olmuyor işte. çünkü sallıyorUM. GÖTÜMDEN ATIYORUM. yalan yani. yok böyle bi şey. iyice yabancılaştım. neyse kısa keseyim de işten soğumayayım.
görüşürüz canım!

pazartesiyi kurtarma operasyonu-1

Something Left, Something Taken from Tiny Inventions on Vimeo.



bugünü güzelleştirmeye çalışıyorum. en içten dileklerimle.
yours

insan kuş misali!

dün saros körfezinin güzel koylarından biri olan güneyli'de uyanıp, kahvaltımızı yapıp, hızlı hızlı sahilin yolunu tutmuştuk bile.
puffff
şimdi de gel çalışmaya çalış. üstüne üstlük pazartesi. senden iş yapmanı bekliyorlar. amaaaan! nedir ulan çektiğim o_O
hayır bugün çalışmak istemiyorum, çok doğal. denizi düşlüyorum. ve ben yüzmeyi bilmeyen ya da yüzmekten korkan bir insan olarak, ilk defa kulaçatarak yüzdüm. çabuk yoruldum ama. yüzdüüüm!
yani bunu başarmış bir insan olarak çalışmamak en büyük hakkım.
olmaz, bugün çalışılmaz!
ufffff.
haftasonu tatillerinin de böyle yan etkileri oluyor işte.
çekip gidesim var! pop şarkısı gibi oldu!
hadi öptüm, bay.

17 Haziran 2010 Perşembe

muhteşem!



kelimeler yetersiz kalıyor. yorum yapamıyorum!!!

16 Haziran 2010 Çarşamba

kıskandım




böyle keşke "kıskandım" butonu koysalar. bunlara kesin tıklardım. like'ın ötesinde duygular besliyorum

şiir salısı 2 (geç kaldım teknik sebeplerden dolayı)

BABA BANA BAĞIRMA / Akgün AKOVA


yol ıslanmasın diye
şemsiye açanlara...



baba bana bağırma
bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan
kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun
kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler
tenorlar kaçtı ses tellerinden
çevreye saçıldı yavru diktatörler
seni ne sopranolar istedi de vermedik baba
baba bana bağırma
bayrak direklerine konan kartalları anlat
uzun uzadıya
nasıl da göremediler avcıları
o keskin gözleriyle vah hah ha
şans yıldızlara özgü bir yalan baba
yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız
savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna

yalanları yazdım defterime hiç unutmadım
radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları
çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen
doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların

hiç unutmadım
sakallarını yüzlerinde
yüzlerini sakallarında unutan adamları
ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını
Uğur Mumcu'yu biz yapan bombanın

hiç unutmadım
uzak yakın tüm tuzakları baba
yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen
bir gam ağacısın
kar yüküne dayanamayıp kırılan
ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin
geri getirmediler
güneşin başına gelenleri
biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba


baba bana bağırma
bir kulağımdan giriyor sözlerin
öbür kulağımı tıkıyor
Buenos Aires'te olsaydım diyorum içimden
Eva'nın peronunda
karanlıktan kuşlar çalan bir tren
bir bıçak kaçağı
tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte
ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
burada
bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde
burada, tam karşında
hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman
hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi
yol alırdı saatler
karılarının namuslarını dillerinde saklayan
adamlar vardı bir taraflarda
televizyon kanallarında yitirilen çocuklar
gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar
ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı
Sovyet Rusya'da
kafandaki duvarları
niye cebine koymuyorsun sen baba


baba bana bağırma
farkında değilsin
arkasını ezilenlerin yaladığı
bir posta puludur dünya
bir karadelik yutana kadar uzayda bizi
asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen
söylemenin tam sırası
ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin
partiler getirdi baba
ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
bir yaşamlık kaygı duruşundayım
yakın tarihimiz için


baba bana bağırma
bacağından vurulursa bir şiir
nereye kadar gidebilir
bana bağırma baba
kendine bağır
yoksa her şey bitebilir

votka portakal etkisi

1- gözlerde yanma
2- ağızda leş gibi bir tat
3- baş ağrısı
4- baş ağrısı
5- baş ağrısı
.....

8 Haziran 2010 Salı

şiir salısı

bundan sonra salı günlerini şiir günü olarak ilan ediyorum. "önceden ne kadar şiir okurdum, şimdi hiç okumuyorum" diye hayıflanmaları bir kenara bırakıp, artık hafta da bir de olsa şiir okumayı, okutmayı diliyorum. amin.
ilk şiirimiz atilla ilhan'dan gelsin o zaman. kime gitsin, sevdiceğime:)

YAĞMUR KAÇAĞI


elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni


geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

7 Haziran 2010 Pazartesi

çık oradan hadi

kedi götü


orijinalini buradan görebilirsiniz efenim. ben beğendim, freehand'de çizdim. kedi götünü gördüm sonunda:)

parmağı düşen insan!

bu sabah uyandığımda bir eksiklik hissetmiştim zaten. elimi saate uzattığımda eksikliğin ne olduğuyla yüzleştim. sağ elimin orta parmağı düşmüştü. öylece baka kaldım. elimi evirdim çevirdim, orta parmağından eser yoktu. sanki hiç olmamış gibiydi. yeri bomboştu. kalktım, yatağın içinde parmağımı aradım. yoktu. hiçbir kan izine de rastlamadım. acı da hissetmiyordum. sadece parmağın boş kalan yerini hissediyordum. yatağın altına baktım, dün gece en son ne yaptığımı, parmağımın yerinde olup olmadığını hatırlamaya çalıştım. hiçbir eksik parça yoktu dün akşamdan kalan. dün gece uykumda ne olmuştu acaba? uyurgezer miydim ben? otuz yıllık hayatımda hiçbir uyurgezerlik emaresiyle de karşılaşmamıştım. yatağın ortasına oturup, elimi izlemeye başladım. ne acayip görünüyordu. elime gülmeye başladım. kahkahalarla gülüyordum. bir an durdum ve durumun ciddiyetiyle yüzleştim. saçma bir şeyler oluyordu ve ben müdahale edemiyordum.

bir an paniğe kapıldım, odanın içinde dolanmaya başladım, gidip ev arkadaşımı uyandırmayı düşündüm. uyansa ne yapacaktı ki? şaşkınlıktan gülmeye başlardı eminim. bu da bozulmuş sinirlerime pek iyi gelmezdi.
işe geç kalıyordum. zaman geçiyordu, parmağım hala ortalarda yoktu.
tekrar yatağa girip uyumaya karar verdim, belki bir rüyaydı bu.
yorganı kafama kadar çekip, gözlerimi sımsıkı kapadım. insan kendini uyumaya zorlayınca da hiç uyuyamazdı ki. çocukluk kabusumdu bu.
kitap okumak uykumu getirebilirdi. okumaya başladım, fakat sayfayı çevirmem gerektiğinde parmağımın eksikliği yine düşüncelerimi o boşlukta topladı.
tavana boş boş bakmaya başladım. ne olabilirdi ki? alt tarafı bir parmaktı. varlığıyla hayatıma pek bir anlam katmamıştı, yokluğu da beni etkilememeliydi.
bunları düşünürken uyuyakalmışım.
gözümü açtığımda hava kararmak üzereydi. bu kadar uyuduğuma inanamadım. elime bakmak istemiyordum. boşluk hissini aradım içimde. hiçbir şey değişmemişti. bir eksiklik vardı yine. hatta daha yoğundu. gözlerimi kapadım, elimi yukarı kaldırdım. "nooluyr lan" dedim kendi kendime gözlerimi açtığımda. şimdi di küçük parmağım yoktu, orta parmağımla birlikte boşlukta kaybolmuştu.

4 Haziran 2010 Cuma

anlamlı

ŞİMDİ SEVİŞME VAKTİ
Çıplak heykeller yapmalıyım.
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Ey önünden geçen ak sakallı
kasketli,
Yırtık mintanından adaleleri
gözüken
Dilenci
Sana önce
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım,
resimlerden...


Şu oğlan çocuğuna bak
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına
Dörtyüzbin tekliğinden
On kuruş verecek.

Seni satmam çocuğum
Dörtyüzbin tekliğe.
Ne güzel kaşların var
Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin

Söylemeliyim
Yok
Yok... meydanlarda
bağırmalıyım,
Bu küçük
Güllerin buram buram tüttüğü
Anadolu şehri kahvesinde
Kiraz mevsiminin
Sevişme vakti olduğunu.

Resimler seyrettirmeli, şiirler
okutturmalıyım.
Baygınlık getiren şiirler.

Kiraz mevsimi, kiraz
Küfelerle dolu pazar.
Zambaklar geçiriyor bir kadın.
Bir kadın bir bakraç yoğurt
götürüyor
Sallıyor boyacı çocuğu fırçasını
Belediye kahvesinde hala o eski,
o yalancı
O biçimsiz bizans şarkısı.

Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem
Nasıl etsem, nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu...

Bir kere duyursam hele
güzelliğini, tadını,
Sonra oturup hüngür hüngür
ağlasam
Boş geçirdiğim bağırmadığım
sustuğum günlere
Mezarımda bu güzel, uzun kaşlı
boyacı çocuğunun
Oğlu bir şiir okusa
Karacaoğlan'dan
Orhan Veli'den
Yunus'tan, Yunus'tan...

Sait Faik ABASIYANIK

3 Haziran 2010 Perşembe

canım biloğum

seni uzun zamandan beri ihmal ediyorum farkındayım. sadece seni değil, birçok şeyi ihmal ediyorum. hiçbir zaman yaşamadığım bir dönemden geçiyorum. insanlar buna "otuzyaşa girerken depreşen gönüller" diyormuş. aslında kimse bir şey demiyor, ben uydurdum. her şey yalnızlıktan be bilok.
aslında hiç yalnız değilim ki, biliyorum. ama bünye bu rahat durmuyor. yapıyor yapacağını.
sonra ben ciddi kararlar veriyorum bir yandan. zor tabi, hayatı ne zaman bu kadar ciddiye almıştım ki? büyüyor ya insan, kaldıramıyor. ama bir yandan da hoşuma gidiyor büyümek. hayatımın olumlu yönde değişeceğinden eminim. hayal kurmaya başladım yeniden. heyecanlanıyorum yavaş da olsa.
normale dönüyorum galiba.
iyi olcak her şey. valla:)