11 Nisan 2013 Perşembe

akıl sağlığı önemli bi şey

dün gece doğru düzgün uyuyamamış olmamın verdiği gıcıklıkla, sabah kazan bi kafayla uyandım. aklımda gregor samsa. aldım ordan yürüdüm sabah sabah. kendi kendime, bir sabah hayvan olarak uyanmak istesem, acaba ne olarak uyanırdım diye sordum. koala hayvanının bedeninde uyanmak değişik olurdu. iklim şartlarının elverişsizliğinden bir koala olarak başıma gelebilecekler sıraya girdiler kafamın içinde. en sevdiğim ve tek besin kaynağım okaliptüsün yokluğuyla açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktım. elime, pardon pençeme evde tek verilebilecek bitki olan bambuyu verecekler ve ben de kepir kepir kemirecektim. sonra beni sokağa atmaya kıyamayan ev sakinleri belki bi hayvanat bahçesine bağışlayacaklardı. bu kısmı hiç hoşuma gitmedi. o yüzden hemen bulunduğum ortamın iklim koşullarına göre evrimleşmeliydim. okaliptüsten vazgeçmeliydim. o zaman aklıma, bir köye yerleşip, bir fasülye sırığında yaşayabileceğim geldi. elimde yeşil fasülyeler, uyuşuk uyuşuk takılacaktım. zaten büyük şehir de sıkıcı ve benim gibi bi koala için de tehlikeliydi. ve evet bazen akıl sağlımdan şüpheye düşüyorum.

10 Nisan 2013 Çarşamba

Mutsuz memur

Adam, her sabah durağa elinde kocaman bir evrak çantasıyla geliyordu. Mutsuzluk, yüzünden sarkıyordu; yerçekimiyle başa çıkamamıştı belli. Yüzündeki tüm kaslar toprağa bakıyordu. Kendimi onun yüzüne bakmaktan alamıyordum. Hiç bu kadar mutsuz bi insan görmemiştim. Mutsuzluk dediğin öyle bir süre hasıl olur, sonra silinir insanın yüzünden, bende böyle olmuştur en azından. Birisi komik bi şey söyler, küçük bir tebessüm yeter mutsuzluğu silmeye. Bu adam yıllardır mutsuzdu, belli. Gözkapakları ayrı sarkmış, yanakları ayrı. Yaşlılıkla ilgisi yoktu. Adam tüm hücrelerine kadar mutsuzdu. Ona bakarken içim burkuluyordu, sanki omuzlarındaki yükün sebebi benmişim gibi hissediyordum. Mutsuzluğu ebeliyordu beni. Görünmez bir el vardı ve adamı gören herkese dokunuyordu. Allahtan adam çabuk gözden kayboluyordu da oracıkta ezilip büzülmekten kurtarıyordu beni. gelip geçiyordu adam. Her gün yolda gördüğüm insanlar gibi. Adam geçiyordu ama izi kalıyordu.

9 Nisan 2013 Salı

her şeyin zamanı var

misal, ergen olursun hayatının belli bir döneminde. karanlık bir dönemdir. saçmasındır, üstüne tanımazsın. başta da dediğim gibi, her şeyin zamanı var. bu ergenlik dediğimiz de gelip geçicidir. insan moduna dönersin bir süre sonra. bünyede kalıcı olmadan, bi silkelenip kendine gelirsin. bazılarında o öyle olmuyomuş. babacım, ergenliğini otuzuna gelip atamamışlar var yaa. daha geçen gün gördüm. o neemiş dedim yaa! dağlara taşlara, biz iyiymişiz valla.

8 Nisan 2013 Pazartesi

kırlangıçlar ne zaman gelir?

kırlangıçların cıvıltısını gökyüzünde duymadıktan sonra, bahar gelmiş diyemem. leylekler bile değil, kırlangıçlardır baharın başlangıç noktası. cemreler de baharın değil de, kırlangıçların habercisidir bence. kırlangıçları severim. gelsinler evimin bir köşesine yuva kursunlar isterim. balkon da olur, saçak altı da. yeter ki kırlangıçları göreyim.

6 Nisan 2013 Cumartesi

Eskiden...

Pergel vardı. Kalemlikten eksik olmazdı. Böyle kalemi takar, vidasını sıkar, bir iş yapıyormuş havasında daireler çizerdik. Ben geometriyi de severdim. Belki pergeldi müsebbibi. Ne güzeldi

5 Nisan 2013 Cuma

hayat...

o kadar basit ki aslında. bir sabah otobüs beklerken, kulağına çalınan bir cümleyle bile özetlenebilir. birinin diğerine "çakmakları mı doldursak?" dediği an; saçma bir aydınlanma yaşayabilirsin. o an, sadece çakmakları doldurmak gerekir ve doldurursun. gerisi teferruat. otobüs geç gelmiş, dolu gelmiş. çalışmak istemiyorsun falan... bunlar bir anda içi boş kaygılara dönüşür. o an, cebinde bir çakmak olsa da doldursan diye geçer içinden. bi gün ben de çakmakları doldursam ya!