30 Aralık 2010 Perşembe

Afili filinta emrah serbes'ten!-2

öyle çok alıntı yapmak iyi değildir bilirim. ama bazıları vardı ki, içine işler. al sana birtane daha!

72. kapanış konuşması

İnsan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın.

Ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikâyesiymiş gibi gözükmeye başladığını. Sokak lambalarının ölgün ışıkları karanlık odalara vurduğunda, duvar saatinin tik taklarından başka ses yokken yanında, sanki bir tek sana açıklanmayan bir sır varmış gibi beklerken anlarsın aslında boşa beklediğini. Tünelde sana yol gösterecek rehberin, karanlıktan başka bir şey olmadığını anlarsın. Anne diye ağlayan çocukların aradığının çoğu zaman şefkatli bir baba olduğunu anlarsın. Çekip gitmek isterken görünmez bir elin seni nasıl durdurduğunu anlarsın.

Kırk yaşında ama altmış gösteren adamlara daha dikkatli bakarsın o zaman. Kahvelerin dışarıyı göstermeyen isli camlarına. Berduşlara ve kör kedilere bakarsın. Gözbebekleri kaymış esrarkeşlere. Suyun üstüne çıkmış ölü balıklara. Havada asılı gibi duran yırtıcı kuşlara daha dikkatli bakarsın.

Çabalarının sonuç vermediğini gören umutsuz insanların bakışlarıyla ancak o zaman buluşur bakışların. Bir yağmur çaktırmadan dindiğinde. Bir gün çenesi ağzının içine kaçmış dişsiz ihtiyarlardan birinin de sen olabileceğini bilirsin artık. Bir gece ansızın, yapayalnız ölmekten korkarken, cesedimi komşular mı bulacak yoksa sayım memurlarımı diye düşünürken hissedersin göğüs kafesinde her gün biraz daha büyüyen, kimsenin kapatamayacağı o boşluğu. Bir kokuya sarılma isteğini. Bir ömür gibi geçmiş zor, uzun günlerden sonra anlarsın ruhunu zehirleyen karmakarışık düşünceleri. Büyük heyecanlardan sonra çöken bitkinlikleri. Kimsenin bulutlara bakmadığı bir şehirde bir lafı döndürüp dolaştırmadan anlatmanın imkansızlığını. Belki de insanın ne anlatacağını bilemediğinde şair olduğunu anlarsın.

Gözyaşların kurumadan gülmeye başlarsın o zaman. Çünkü bilirsin ki seni artık kimse kandıramaz kolay kolay. Mutsuz insanları kandırmak zordur çünkü. Hayata her zaman kuşkulu gözlerle bakan, mutsuz insanları kandırmak, herkes bilir bunu, çok ayıptır çünkü. emrah serbes

29 Aralık 2010 Çarşamba

Nicholas was...



Nicholas Was...

older than sin, and his beard could grow no whiter. He wanted to die.

The dwarfish natives of the Arctic caverns did not speak his language, but conversed in their own, twittering tongue, conducted incomprehensible rituals, when they were not actually working in the factories.

Once every year they forced him, sobbing and protesting, into Endless Night. During the journey he would stand near every child in the world, leave one of the dwarves' invisible gifts by its bedside. The children slept, frozen into time.

He envied Prometheus and Loki, Sisyphus and Judas. His punishment was harsher.

Ho.

Ho.

Ho.

Neil Gaiman

eğlenceli eğitim:)


çok güzelmiş arkadaş.

türkiye'nin kapatmaları!

şimdi de fizy kapandı. müyap gerzeklerinin egolarını tatmin etme ayağına gitti fizy. bence çekememezlik. ayıp yani. sinir bozucu. adamlar ne güzel bir şey yapmış. hem de türklerin pek esamesinin okunmadığı bi alanda. senin gurur duyman, desteklemen gerekirken; yok şöyle, yok böyle diyip kapanmasına ön ayak ol. puştluktan başka bir şey değil.
sabah sabah sinirim bozuldu!

23 Aralık 2010 Perşembe

uzay boşluğu!


2001 a space odyssey'nin film müziklerini dinliyorum. uzay boşluğunda salınma hissi hasıl oldu tüm bedenime. her an yoğunlaşıp, uçmaya başlayacak gibi hissediyorum. hadi hayırlısı.

22 Aralık 2010 Çarşamba

deneysel kafalar!

ne kadar şirinim acaba?

"o kadar da şirin miyim? mesela ne kadar? bence çok. o kadar olsa iyi, sanki daha çok şirinim. kendimim diye demiyorum benden şirini yok."
"regl olmuş bir kadının monologları 1" adlı eserimizin sonuna geldik. şen ve esen kalın. sırada türkçe pop müziğin efsanevi ikilisi oya-bora var. "ara beni" şarkısıyla kulaklarımızın pasını silecekler. bizden ayrılmayın.

16 Aralık 2010 Perşembe

annemden gelsin!

annemin ettiği lafları yazacak başka blog açmak lazım aslında. şimdilik burdan başliim, çoğaldıkça düşünürüz. benim annemin her durum üzerine bi lafı vardır. kimisi küfür içerikli, kimisi belli ki eskilerden gelmiş. bayılırım bu laflara. sonunda aklım başıma geldi de bunları bir yere yazmaya karar verdim.
meselaj haftasonu yanlarındaydım. bütün gün az da olsa kar yağdı ve akşam olurken güneşin battığı yer acayip kızıllaştı. Annem "Yarın hava açacak." dedi akşam kızıllığına bakıp. Niye dedim. "akşamdan kızarırsa ertesine, ikindiden kızarırsa haftasına hava açarmış" dedi. ben de bravo dedim. ertesi gün hava günlük güneşlikti:) annemin kızılderili olduğundan şüpheleniyorum. sonuçta türkler'le kızılderililer aynı soydan gelmiyor mu o_O

14 Aralık 2010 Salı

istifa!

Hayatımda ilk defa bir istifa dilekçesi yazdım. enteresan bir duyguymuş:) yani dünden beri içime hasıl olan sıkıntının nedeni şimdi anlaşıldı. Hayatımın bir karın ağrısı vardı, osurdu geçti bi nevi. hissi kablel vukum güçlüdür ve yine beni yanıltmadı. bundan sonra önümüzdeki maçlara bakacağız. benim için yeni bir dönem başlıyor. cümle cemilimize hayırlı olsun sevgili din kardeşlerim.

13 Aralık 2010 Pazartesi

ne hüzünlü ve gıcık bir pazartesi!

İçimde huzursuzluk ve mutsuzlukla karışık bir gerginlik var. Hayırlısı!
Ulan şu pazartesileri çıkarsalar hayatımdan ne güzel olur be arkadaş. yani aslında haftada 3 gün çalışsak. salı, çarşamba ve cuma gelsek. mutlu olsak.
part time bi şeyler bakayım ben. bu böyle masa başında hayatını karartarak olmayacak!

8 Aralık 2010 Çarşamba

selamün aleyküm hemşerim!

sabah uyanır uyanmaz rüyamı hatırlayınca, yüzümde anlamsız bir tebessüm oldu. bir de burukluk vardı içimde. sanırım küçükken yolun ortasında kala kalıp annemi kaybettiğimi gördüğüm rüyalar gibiydi biraz. gıcıktı yani hissiyatı, fakat oldukça komikmiş anlatınca.
başlıyorum efenim. -ben hiç rüya görmediğim için sevindim de ayrıca bu rüyanın gelişine, belki bi şeylerin habercisidir.-
efenim bildiğin semih kaplanoğlu filmi gibi başlıyor rüya. taşlık bir yol. ama her yer taşlık, sağım, solum taşlardan oluşan tepelerle çevrili. ayağımın altındaki taşları hissediyorum. o derece:) sonra kameranın önünde duruyorum:) yani zihnimin:) arkama doğru bakıyorum, sonra ileriye doğru bakıp yürümeye koyuluyorum.
sonra bi düzlüğe geliyorum, yol ayrımı. yolun ilerisinde turistler (tiplerinden anlıyorum:) var bi şeyler yapıyorlar, çalışıyorlar gibi. izci kıyafetleri var üstlerinde ama. onlara sorsam mı diyorum ne tarafa gideceğimi, sonra dalga geçerler benimle deyip vazgeçiyorum. çünkü elimde ne harita var, ne pusula, ne bok, ne püsür. öyle yollara vurmuşum kendimi:)
yine taşlık, niye uçsuz bucaksız bi manzara.
sonra üç tane yaşlı amca görüyorum, bildiğin dede. burası neresi diyorum. "sağ taraf armut köyü, sol taraf bayburt" diyolar. ben hangisinden gideyim diye soruyorum, "Sağda bi şey yok buradan devam et" diyolar. Onlarla birlikte Bayburt'a doğru gidiyoruz. sonra yol birden ağaçlık oluyo. Yolun iki yanı uzun uzun ağaçlarla çevrili. İçlerinden birisi "İyi ki bize rastladın" diyor bana ve yürümeye devam ediyoruz. Sonra bir tren yolunun kenarına geliyoruz. iki tane kocaman tabela var. Birinde "Türkmenistan", diğerinde "Ermenistan" yazıyor:) (Ne alaka yaaaa:)
Sonra dedelerden birinin evine gidiyoruz. Tahta bir döşemeli, aslında her yeri tahta olan bir odaya giriyoruz. Duvarda bir haç ve ağır olduğu her halinden belli bir bakır mı altın mı bilemiyorum öyl bir çay kaşığı asılı. Sonra ben haçı görünce dedeye soruyorum: "Hristiyan mısın dede sen?". Sorum üzerine dedi diğer dedeye dönüp ona da söyleyelim mi diye soruyor. Sonra benim duvar sandığım bir tahta dolabı açıyor (aaa aslında burası bizim köydeki eve benziyor yaaa, bak şimdi hatırladım. dolabın minik tutamağını hatırladım şimdi. vay anasını:) içerinden arapça yazılmış eski gazeteler çıkarıyor. aralarında hürriyet'iin eski, siyah beyaz iki tane sayısı da var. ama bana gazete ne gösteriyor,, daha sonra ne oluyor hiç hatırlamıyorum. öylece kaldı.
sen rüya görme görme sonunda zirve yap saçmalıkta:)

6 Aralık 2010 Pazartesi

pazartesiye donnie darko ile başlamak!


bence güzel bir yöntemmiş. bir gece öncesinde izleyeceksin ama filmi. film biter bitmez uyumaya çalışacak ve uzun süre uyuyamayacaksın. tavşan frank gelir de çağırır diye diken üstünde olacaksın. her çıt sesiyle irkilecek ve "nooluyo len?" diyip kalkacaksın. belki içeride biri uyanıktır da yanına giderim diye umutla kapıyı açıp, boynu bükük bir şekilde tekrar yatağı boylayacaksın. bir süre sonra "ulan bu donnie ne ayaktır arkadaş?" diye derin derin düşünmeye başlayacaksın. sonra mışıl mışıl uyuyacaksın. bu zorlu uyku denemelerinden yorgun düşen bedenin sürünerek kalkacak yataktan ertesi sabah. işe gitmek daha da zorlaşacak. işe gelir gelmez ekşi'yi açıp donnie darko ile ilgili ne yazmışlar diye dalacaksın alemlere. sonra bir türlü çıkamayacaksın. esas donnie darko'nun sitesini keşfe çıkınca anlayacaksın daha her şeyin yeni başladığını. öyle böyle derken bi bakmışsın saat bir olmuş. hop pazartesiyi yarılamışsın bile. bak iyi numaraymış bu!

3 Aralık 2010 Cuma

saçmalamakta özgürsün bebeim!

yani bu sosyal mecra felan onun için yok mu? rahat rahat saçmalayalım diye. ama en saçmalamaya uygun yer tiviter bence. kötülemiyorum, yanlış anlaşılmasın. ben de giriyorum, saçmalamaları okuyorum, çıkıyorum. yani bi nevi "bi arkadaşa bakıp çıkacaktım" mevzusu. hepimiz bakıp bakıp çıkıyoruz. bir göz at, çık. böylesine derinliksiz her şey. 140 karakterde derinlik ne gezer diicektim, aklıma bir anda okuduğum bazı entryler geldi. yanılıyordum neredeyse, hemen döndüm. yamuldum:) tamam tamam göt oldum, oldu mu? kendimdeyim.
keşke hersek kendinde olsa.

2 Aralık 2010 Perşembe

Afili filinta emrah serbes'ten!

sen gittin ve herkes ölmeye başladı..

önce saniye teyze öldü sonra dedem sonra babaannem sonra yengem sonra eniştem. sonra eniştemin ölüm haberini bana veren bakkalı bıçakladılar eniştemin yedisinin okunduğu akşam. sonra sedat amca öldü sonra babam sonra öbür dedem bir de büyük deprem. otuzuma basmadan otuz tabut kaldırdım musalladan. babamdan öncekileri babamla beraber kaldırdık. ama ilk ölen hep babammış gibi geldi bana yıllarca. sanki oydu bu ahret furyasını başlatan. öyle değilmiş yeni anladım.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

zaten kim tam anlamıyla sağ kaldığını iddia edebilir ki bu kadar mevtanın ardından kim biraz zombileşmek istemez. daha kırılgan daha dikenli ve daha fukuyamacı olmaz. dedem ziraat mühendisiydi ama pek çok doktordan daha ilginç tıbbi hatıraları oldu.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

yalnızlıktan kudurmuş bir çocuğun arabaların kaportasını anahtarla çizmesi gibi ruhumun kemirilişi de hep sinsiceydi. buna rağmen ansızın berraklaştığı oluyor bulanık günlerin hâlâ soğuk biralar oluyor güzel kızlar oluyor. yağmurdan sonra saçlarını havluyla kurulaman gibi olmuyor tabii o kalibrede sevda görmedim. öptüm ama içime çekmedim.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

şimdi dilediğim sayfadan başlayabileceğim bir kitap öner bana. başsız sonsuz ve ortasız bir hikâye öner. bir üstat öner dergi kurmuş olmasın. ne çok utandık mazideki yaralardan her adımda ele geçirilme korkusundan. ismet özel mi metin altıok mu yoksa hiç mi ortak arkadaşımız kalmadı.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

elinden bir şey gelmemenin acısını iniş takımları olmayan melekler bilir. bir arabanın farlarına kilitlenip kalmış sincaplar bilir. suyun dibine ağır ağır çöken taşlar bilir. matkapla göğsünün ortasına açılmış bir pencere düşün. perdeyi aralayıp kendi yarandan bakıyorsun dünyaya. eskisi gibi acımıyor ve de asıl bu acıtıyor.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

love story tadında başlayan bir filmi potemkin zırhlısına çevirmeye ne hakkın var. çok şükür yaşıyoruz çok şükür yazıyoruz diyorum ama niye anlatıyorum bunları. belleğin unutuşa karşı mücadelesi mi sadece. ne münasebet bu benim senkronize yalnızlığım.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

birleşince kısa devre yapan parmak uçlarımız öldü önce. sonra yeşil öldü benim için sonra kahverengi. sonra ilk öpüştüğümüz yeri kalbinden bıçakladılar. on iki yıl geçti susmak ne kısaymış. sen böyle ne güzel sonsuza kadar susalım diyorsun. sonsuzluk bir gün herkesle konuşur sevgilim bunu da biliyorsun.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı

31 mart 1998–Emrah Serbes

afilifilintalar

Emrah, sana buradan sesleniyorum! yapma koçum, yapma. yazık etme bize! daha da bi şey demem sana!

1 Aralık 2010 Çarşamba

orospu çocukları!

bıktım lan bu memleketin sorunlarından. kendi derdim bitti sanki, bi de bunları düşünüyorum! hayır düşünmek istemiyorum ama biraz sinirli bi insan olduğum için elimde değil. görünce sinirleniyor, hemen kara kara düşünmeye başlıyorum. en son olay (gerçi bu memlekette olay bitmiz ama) haydarpaşa'yı çatır çatır , göz göre göre yakmaları oldu. çok üzüldüm. çok sinirlendim. hemen küfür ettim. ana avrat düz gittim, söylemesi ayıp.
şimdi düşünün bi, haydarpaşa'yla ilgili kimin anısı yoktur sizce? hayır oraya gitmemiş, içine girmemiş, hiç trenle yolculuk yapmamış olsa bile insan, bakarak da hayaller kurabilir, orada kilitlenmiş anıları düşleyebilir. bunu kolaylıkla yapabilir her normal insan. öyle üstün bir hayal gücüne de ihtiyaç yok.
ama şu yeryüzünde öyle insanlar (!) var ki, bırakın böyle bir hayal gücüne sahip olmayı, insanlıklarından, ahlaklarından şüphe duyulur. onlarda hiçbir şeye karşı sevgi, saygı, ne biliim aşk, özlem yoktur. onlar para için yaşar, para için analarını bile satarlar. işte ben böyle insanları anlayamıyorum. anlayamadıkça, daha da sinirleniyorum.
hayır, nasıl oluyor yani? biri bana anlatsın yaaa! gerçekten anlamak istiyorum, bir nedeni olmalı, ülkeyi böyle satmalarının. bırakın ülkenin tarihi binalarını satmayı, suyumuzu satıyorlar bunlar. aç bunlar aç! kanımızı satacaklar yakında. onların kanı değersiz olduğu için bizimkine dikerler gözlerini!
açık ve net söyleyorum. bunların hepsi orospu çocuğu!
bu kadar! yazdıkça daha da sinirleniyorum.