26 Ocak 2010 Salı

İstanbu, Haiti, İstanbul?/ Gündüz Vassaf

Haiti’de depremden sonra yaşananlar devlet cürümü üzerine kurulu dünya düzeninin ve doğal afetlere tanrılarının cezası diye bakanların bir örneği daha. Depremden bu yana geçen iki hafta içinde hala aç, suzuz, ilaçsız kalan Haitililerin her şeye rağmen vakur bekleyişleri ise düzenin vahşeti karşısında uygarlık örneği. Aklımda 1999 İstanbul depremi.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın depremin ilk gününde telefonlarının çalışmadığını söylediklerinden bu yana bir hafta geçmişti.
Yalova’dayım. 7. gün.
Çeklerin kurtarıcı köpeği havlamaya başladı. Canlı var. Ötede İsrail askerleri. Türkiye’de tatildeyken, enkaz altında kalan vatandaşlarını kurtarmaya gelmişler. Bayrakların çekilip marşların söylendiği, fotoğraf ve filmlerin çekildiği törenlerini yapmış memleketlerine dönmek üzereler. Yardım etsinler diye yanlarına gidiyorum. Resmi talep istiyorlar. Az ötemde Türk askerleri. Asteğmenle konuşuyorum. Beş on nefer yanında ense yapıyor. Onlara, “Ağaçların altından bir yere kımıldamayın. Karanlık basacak. sizi bulamam,” bana ”İzin vermeye yetkili değilim,” diyor. Cep telefonuyla komutanını arıyor. Cevap yok.
Kurtarma çalışmaları için saptanan hayali sınırın bir yanında, enkaz altında, yardım bekleyen anne ve iki çocuğu, diğer yanda tam teçhizatlı İsrail taburu. Birbirlerine kavuşamıyor. Bulgar kurtarıcı ekibin gücü yetmiyor. Annenin sesi kesiliyor. Yağmur basıyor. Gidiyorlar. Gidiyorum.
İş savaşa gelince ulus devletler hazır ve nazır. Savaş olsun olmasın evlatlarına hergün savaş talimi yaptırır, ne olur ne olmaz diye gizli yerlere silah gömer, karadan, havadan, sudan plan üstüne plan geliştirir, teknolojiyi takip eder, kullanmadan kullanılmaz hala gelen silahlarını atıp, yenisini alır. Savaş çıkınca da, bir anda, bin yıl orada yaşıyorlarmışcasına, kantinlerinden sinemalarına kadar her şeyleriyleriyle Irak’a yerleşirler mesela. Hal böyle.
Kaç gün geçti Haiti depreminden bu yana! Su yok. İlaç yok. Yiyecek yok. Yol, yöntem, yordam yok.
Belki yıllarca, belki hiç çıkmayacak savaşlara hazırlıklı, her yerde her yıl patlak veren doğal afetlere hazırlıksız, har vurup harman savuran bir dünya düzeni. En ulaşılmaz yerlere tam teçhizatlı askerlerini yollayanlar bu sefer de burunlarının dibinde Haiti’lilere yardımda, kaç gün geçmesine rağmen aciz kaldılar. Aymazlıklarından değil, umursamadıklarından, çıkarları olmadıklarından. Yoksa Birleşmiş Milletler nezdinde bu durumlarda dünyanın herhangi bir yerinde müdahalede bulunabilecek daimi acil yardım mekanizması ve birlikleri yıllar önce kurulmuş olurdu. Her sene nice doğal afet oluyor hala böyle bir talep bile dile getirilmiyor. Bu konuda dünya sorumluluğu ve seferberliği olmadığından.
-Büyük televizyon şirketlerinin habercileri ekranlarda insanın doğal afetlerde acizliğini vurgulayan görüntü avında, devletlerin aymazlığına, yetersizliğine değinmediklerinden, vahşi düzen önünde kadere boyun eğmiş edilgenliğimizi pekiştiriyor.
-Sömürgeleştirilmenin tokadıyla yoksullaştırılan ülkelerde doğal afetler sonucu oluşan anarşik ortamlarda tanık olduğumuz sefalet ve yaşam mücadelesi görüntüleri dünya nezdinde bu insanların ‘ilkel’ olduğu önyargısını pekiştiriyor, oryantalizmin ‘Uygar Batı’ görüntüsünü meşrulaştırıyor.
-Savaş halinde tanıdığımız ABD ve İsrail gibi ülkelerin bu sefer de Haiti’ye yardım adına asker göndermesi, (bu yoklukta iyi ki gönderiyorlar) doğal afetlerin savaş suçları işleyenler tarafından halkla ilişkiler kampanyalarına dönüşmesime aracı olmasının yolunu açıyor.
-Devletler, Birleşmiş Milletler nezdinde doğal afet fonu ayırmadıklarından çeşitli ülkelerde toplanan bağışlar, yardım konserleri, vs. muzdarip olanları onursuzlaştırıp dilenci konumuna koyarken, bağışta bulunanlar için yapay bir vicdan rahatlamasıyla birlikte çözümün hayırseverlik olduğu gafletini pekiştiriyor.
-Ve her zamanki gibi dinler doğal afetlerden parsa topluyor.
Sözcüleri doğal afetleri fırsat biliyor dosta düşmana hadlerini bildirmeye. İşte 180 ülkede 71 dilde milyonlara seslenen, ABD’nin en popüler, en güçlü din adamı (zamanında Bush’a karşı başkan adayı) Pat Robertson’un geçen hafta Haitililer için söylekleri:
“Orada yıllar önce Fransız çizmesi vardı.
III. Napolyon mu ne? Haitililer biraraya gelip şeytanla anlaştı. Fransızlardan bizi kurtar
hizmetinde oluruz dediler. Evet, böyle oldu.
Şeytan da “Okey, anlaştık,” dedi.
Sen misin yerli halkının soykırımla yok edilmesiyle Afrikadan getirtilen kölelerle beyaz adama çalışan?
Sen misin altının, tütünün ve şeker kamışınla İspanya, Fransa ve İngiltere’yi zenginleştiren?
Sen misin emperyalizme karşı 1804 köle ayaklanmasıyla ilk bağımsızlığına kavuşan ülke olan?
Sen misin kendini beslemeye yeterliyken IMF’nin ekonomiyi liberalleştirme politikasıyla gıdanın yüzde seksen kadarını ABD’den ithale mecbur bırakılan?
Bakalım ne zaman dünyamızda dünyalı olmayı öğreneceğiz?
Demokrasinin kaptalizmi denetleyemediği, ulus devletlerin bayrak sallama yarışında, doğal afetlerde bile birbirlerinin yolunu kestikleri bu düzende değil..
24/01/2010

Hiç yorum yok: