8 Aralık 2010 Çarşamba

selamün aleyküm hemşerim!

sabah uyanır uyanmaz rüyamı hatırlayınca, yüzümde anlamsız bir tebessüm oldu. bir de burukluk vardı içimde. sanırım küçükken yolun ortasında kala kalıp annemi kaybettiğimi gördüğüm rüyalar gibiydi biraz. gıcıktı yani hissiyatı, fakat oldukça komikmiş anlatınca.
başlıyorum efenim. -ben hiç rüya görmediğim için sevindim de ayrıca bu rüyanın gelişine, belki bi şeylerin habercisidir.-
efenim bildiğin semih kaplanoğlu filmi gibi başlıyor rüya. taşlık bir yol. ama her yer taşlık, sağım, solum taşlardan oluşan tepelerle çevrili. ayağımın altındaki taşları hissediyorum. o derece:) sonra kameranın önünde duruyorum:) yani zihnimin:) arkama doğru bakıyorum, sonra ileriye doğru bakıp yürümeye koyuluyorum.
sonra bi düzlüğe geliyorum, yol ayrımı. yolun ilerisinde turistler (tiplerinden anlıyorum:) var bi şeyler yapıyorlar, çalışıyorlar gibi. izci kıyafetleri var üstlerinde ama. onlara sorsam mı diyorum ne tarafa gideceğimi, sonra dalga geçerler benimle deyip vazgeçiyorum. çünkü elimde ne harita var, ne pusula, ne bok, ne püsür. öyle yollara vurmuşum kendimi:)
yine taşlık, niye uçsuz bucaksız bi manzara.
sonra üç tane yaşlı amca görüyorum, bildiğin dede. burası neresi diyorum. "sağ taraf armut köyü, sol taraf bayburt" diyolar. ben hangisinden gideyim diye soruyorum, "Sağda bi şey yok buradan devam et" diyolar. Onlarla birlikte Bayburt'a doğru gidiyoruz. sonra yol birden ağaçlık oluyo. Yolun iki yanı uzun uzun ağaçlarla çevrili. İçlerinden birisi "İyi ki bize rastladın" diyor bana ve yürümeye devam ediyoruz. Sonra bir tren yolunun kenarına geliyoruz. iki tane kocaman tabela var. Birinde "Türkmenistan", diğerinde "Ermenistan" yazıyor:) (Ne alaka yaaaa:)
Sonra dedelerden birinin evine gidiyoruz. Tahta bir döşemeli, aslında her yeri tahta olan bir odaya giriyoruz. Duvarda bir haç ve ağır olduğu her halinden belli bir bakır mı altın mı bilemiyorum öyl bir çay kaşığı asılı. Sonra ben haçı görünce dedeye soruyorum: "Hristiyan mısın dede sen?". Sorum üzerine dedi diğer dedeye dönüp ona da söyleyelim mi diye soruyor. Sonra benim duvar sandığım bir tahta dolabı açıyor (aaa aslında burası bizim köydeki eve benziyor yaaa, bak şimdi hatırladım. dolabın minik tutamağını hatırladım şimdi. vay anasını:) içerinden arapça yazılmış eski gazeteler çıkarıyor. aralarında hürriyet'iin eski, siyah beyaz iki tane sayısı da var. ama bana gazete ne gösteriyor,, daha sonra ne oluyor hiç hatırlamıyorum. öylece kaldı.
sen rüya görme görme sonunda zirve yap saçmalıkta:)

Hiç yorum yok: