Ayşegül
bir ırmak seni çağırıyor Ayşegül
Hitit tapınaklarını aşıp Anadolu’nun tüylerini ürperten rüzgar bir gökdürbünü çağırıyor ve samanyolunu ıslatan gözyaşları yıldızların ilk aşkından beri arayıp durduğun o anlam çağırıyor seni o anlam, yaşamı gözlerinden öpmek için sabahın buğulu aynasında bir kuş çağırıyor seni, dünyaya kanat takman için ve nereye varacağını kestiremediğin yollar ki sen ayakkabılarını arıyorsun ve bulamıyorsun bir zürafa çağırıyor, boynundaki kravat ağrılarını geçirmen için bir tren çağırıyor, öküzlerin şaşkın bakışlarından kurtarasın diye onu Ayşegül seni, seni Cervantes çağırıyor, “Don Kişot artık neden okunmuyor Ayşegül Hanım? bakın üzüntüsünden ülkenizin Milli eğitim Bakanı’na benzedi dostum Sanço! ” bir ateş çağırıyor seni İnebahtı’da batan tek kollu bir kadırga ve Çanakkale’de bataryaların önünde diz çöküp ağlayan ay kırmızı bir yağmur çağırıyor seni Ayşegül Çatalhöyük’te kapısı yıldızlara açılan evler ıssız adalar ve devrim yürüyüşleri çağırıyor seni aynı anda ellerin başka yere gidiyor ayakların başka yere ilkokul öğretmenin Şaziye Hanım çağırıyor, “Ayşegül, yavrum nereye gitti güzelim Türkçemiz? ” yoksul bir çocuk çağırıyor seni, oyuncağı olur musun diye bir yaprak, bak o niye çağırıyor vallahi bilmiyorum bir dudak çağırıyor seni, gözlerin çay bahçelerine benziyor diye Ayşegül, farkında mısın, bu şiir çağırıyor seni seni ve bir dağ yolundan başka bir şey olmayan ve yalnız çıplak ayakla yürününce tadına varılan aşkı |
Akgün Akova
|
19 Ekim 2012 Cuma
it's me:)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder