şırıl şırıl eriyip gidiyor.
sen o kadar yağ, iki güneş açsın ve gitsin tüm emeklerin. olacak iş değil.
ben kar olsam yağmazdım. bir de insanlar yağ diye gözünün içine bakıyor, sonra da gitmen için ateşler yakıyor. bu tutarsızlık değil de nedir? insan evladına yaranamazsın.
ama olsun kar, üzülme sen. yine gel. yine yağ. beyaza boya dünyamı. seni çoooook seviyorum ben. hiçbir yer bulamazsan yağacak, benim penceremin önü var.
seneye kadar özletme kendini, ara ara göster yine yüzünü olur mu?
unutmadan, buradakilerin sana selamı var.
28 Ocak 2010 Perşembe
karlar eridikçe çok gıcık oluyorum!
27 Ocak 2010 Çarşamba
Peugeot da sürüye katıldı:)
Tarihçesini anlatır nitelikte reklam filmleri yapan araba markalarına peugeot da eklendi. Süper eklendi. iyi ki eklendi.
Görsel efektler yine by Mikros Image'den. Hastasıyız.
Andres Salaff
bir önceki işin sahibi kendisi. Hikayeler çok güzel. Dokunaklı. İzlerken kendini kaptırıyor insan. Biraz da deli galiba:)
26 Ocak 2010 Salı
İstanbu, Haiti, İstanbul?/ Gündüz Vassaf
Haiti’de depremden sonra yaşananlar devlet cürümü üzerine kurulu dünya düzeninin ve doğal afetlere tanrılarının cezası diye bakanların bir örneği daha. Depremden bu yana geçen iki hafta içinde hala aç, suzuz, ilaçsız kalan Haitililerin her şeye rağmen vakur bekleyişleri ise düzenin vahşeti karşısında uygarlık örneği. Aklımda 1999 İstanbul depremi.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın depremin ilk gününde telefonlarının çalışmadığını söylediklerinden bu yana bir hafta geçmişti.
Yalova’dayım. 7. gün.
Çeklerin kurtarıcı köpeği havlamaya başladı. Canlı var. Ötede İsrail askerleri. Türkiye’de tatildeyken, enkaz altında kalan vatandaşlarını kurtarmaya gelmişler. Bayrakların çekilip marşların söylendiği, fotoğraf ve filmlerin çekildiği törenlerini yapmış memleketlerine dönmek üzereler. Yardım etsinler diye yanlarına gidiyorum. Resmi talep istiyorlar. Az ötemde Türk askerleri. Asteğmenle konuşuyorum. Beş on nefer yanında ense yapıyor. Onlara, “Ağaçların altından bir yere kımıldamayın. Karanlık basacak. sizi bulamam,” bana ”İzin vermeye yetkili değilim,” diyor. Cep telefonuyla komutanını arıyor. Cevap yok.
Kurtarma çalışmaları için saptanan hayali sınırın bir yanında, enkaz altında, yardım bekleyen anne ve iki çocuğu, diğer yanda tam teçhizatlı İsrail taburu. Birbirlerine kavuşamıyor. Bulgar kurtarıcı ekibin gücü yetmiyor. Annenin sesi kesiliyor. Yağmur basıyor. Gidiyorlar. Gidiyorum.
İş savaşa gelince ulus devletler hazır ve nazır. Savaş olsun olmasın evlatlarına hergün savaş talimi yaptırır, ne olur ne olmaz diye gizli yerlere silah gömer, karadan, havadan, sudan plan üstüne plan geliştirir, teknolojiyi takip eder, kullanmadan kullanılmaz hala gelen silahlarını atıp, yenisini alır. Savaş çıkınca da, bir anda, bin yıl orada yaşıyorlarmışcasına, kantinlerinden sinemalarına kadar her şeyleriyleriyle Irak’a yerleşirler mesela. Hal böyle.
Kaç gün geçti Haiti depreminden bu yana! Su yok. İlaç yok. Yiyecek yok. Yol, yöntem, yordam yok.
Belki yıllarca, belki hiç çıkmayacak savaşlara hazırlıklı, her yerde her yıl patlak veren doğal afetlere hazırlıksız, har vurup harman savuran bir dünya düzeni. En ulaşılmaz yerlere tam teçhizatlı askerlerini yollayanlar bu sefer de burunlarının dibinde Haiti’lilere yardımda, kaç gün geçmesine rağmen aciz kaldılar. Aymazlıklarından değil, umursamadıklarından, çıkarları olmadıklarından. Yoksa Birleşmiş Milletler nezdinde bu durumlarda dünyanın herhangi bir yerinde müdahalede bulunabilecek daimi acil yardım mekanizması ve birlikleri yıllar önce kurulmuş olurdu. Her sene nice doğal afet oluyor hala böyle bir talep bile dile getirilmiyor. Bu konuda dünya sorumluluğu ve seferberliği olmadığından.
-Büyük televizyon şirketlerinin habercileri ekranlarda insanın doğal afetlerde acizliğini vurgulayan görüntü avında, devletlerin aymazlığına, yetersizliğine değinmediklerinden, vahşi düzen önünde kadere boyun eğmiş edilgenliğimizi pekiştiriyor.
-Sömürgeleştirilmenin tokadıyla yoksullaştırılan ülkelerde doğal afetler sonucu oluşan anarşik ortamlarda tanık olduğumuz sefalet ve yaşam mücadelesi görüntüleri dünya nezdinde bu insanların ‘ilkel’ olduğu önyargısını pekiştiriyor, oryantalizmin ‘Uygar Batı’ görüntüsünü meşrulaştırıyor.
-Savaş halinde tanıdığımız ABD ve İsrail gibi ülkelerin bu sefer de Haiti’ye yardım adına asker göndermesi, (bu yoklukta iyi ki gönderiyorlar) doğal afetlerin savaş suçları işleyenler tarafından halkla ilişkiler kampanyalarına dönüşmesime aracı olmasının yolunu açıyor.
-Devletler, Birleşmiş Milletler nezdinde doğal afet fonu ayırmadıklarından çeşitli ülkelerde toplanan bağışlar, yardım konserleri, vs. muzdarip olanları onursuzlaştırıp dilenci konumuna koyarken, bağışta bulunanlar için yapay bir vicdan rahatlamasıyla birlikte çözümün hayırseverlik olduğu gafletini pekiştiriyor.
-Ve her zamanki gibi dinler doğal afetlerden parsa topluyor.
Sözcüleri doğal afetleri fırsat biliyor dosta düşmana hadlerini bildirmeye. İşte 180 ülkede 71 dilde milyonlara seslenen, ABD’nin en popüler, en güçlü din adamı (zamanında Bush’a karşı başkan adayı) Pat Robertson’un geçen hafta Haitililer için söylekleri:
“Orada yıllar önce Fransız çizmesi vardı.
III. Napolyon mu ne? Haitililer biraraya gelip şeytanla anlaştı. Fransızlardan bizi kurtar
hizmetinde oluruz dediler. Evet, böyle oldu.
Şeytan da “Okey, anlaştık,” dedi.
Sen misin yerli halkının soykırımla yok edilmesiyle Afrikadan getirtilen kölelerle beyaz adama çalışan?
Sen misin altının, tütünün ve şeker kamışınla İspanya, Fransa ve İngiltere’yi zenginleştiren?
Sen misin emperyalizme karşı 1804 köle ayaklanmasıyla ilk bağımsızlığına kavuşan ülke olan?
Sen misin kendini beslemeye yeterliyken IMF’nin ekonomiyi liberalleştirme politikasıyla gıdanın yüzde seksen kadarını ABD’den ithale mecbur bırakılan?
Bakalım ne zaman dünyamızda dünyalı olmayı öğreneceğiz?
Demokrasinin kaptalizmi denetleyemediği, ulus devletlerin bayrak sallama yarışında, doğal afetlerde bile birbirlerinin yolunu kestikleri bu düzende değil..
24/01/2010
Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın depremin ilk gününde telefonlarının çalışmadığını söylediklerinden bu yana bir hafta geçmişti.
Yalova’dayım. 7. gün.
Çeklerin kurtarıcı köpeği havlamaya başladı. Canlı var. Ötede İsrail askerleri. Türkiye’de tatildeyken, enkaz altında kalan vatandaşlarını kurtarmaya gelmişler. Bayrakların çekilip marşların söylendiği, fotoğraf ve filmlerin çekildiği törenlerini yapmış memleketlerine dönmek üzereler. Yardım etsinler diye yanlarına gidiyorum. Resmi talep istiyorlar. Az ötemde Türk askerleri. Asteğmenle konuşuyorum. Beş on nefer yanında ense yapıyor. Onlara, “Ağaçların altından bir yere kımıldamayın. Karanlık basacak. sizi bulamam,” bana ”İzin vermeye yetkili değilim,” diyor. Cep telefonuyla komutanını arıyor. Cevap yok.
Kurtarma çalışmaları için saptanan hayali sınırın bir yanında, enkaz altında, yardım bekleyen anne ve iki çocuğu, diğer yanda tam teçhizatlı İsrail taburu. Birbirlerine kavuşamıyor. Bulgar kurtarıcı ekibin gücü yetmiyor. Annenin sesi kesiliyor. Yağmur basıyor. Gidiyorlar. Gidiyorum.
İş savaşa gelince ulus devletler hazır ve nazır. Savaş olsun olmasın evlatlarına hergün savaş talimi yaptırır, ne olur ne olmaz diye gizli yerlere silah gömer, karadan, havadan, sudan plan üstüne plan geliştirir, teknolojiyi takip eder, kullanmadan kullanılmaz hala gelen silahlarını atıp, yenisini alır. Savaş çıkınca da, bir anda, bin yıl orada yaşıyorlarmışcasına, kantinlerinden sinemalarına kadar her şeyleriyleriyle Irak’a yerleşirler mesela. Hal böyle.
Kaç gün geçti Haiti depreminden bu yana! Su yok. İlaç yok. Yiyecek yok. Yol, yöntem, yordam yok.
Belki yıllarca, belki hiç çıkmayacak savaşlara hazırlıklı, her yerde her yıl patlak veren doğal afetlere hazırlıksız, har vurup harman savuran bir dünya düzeni. En ulaşılmaz yerlere tam teçhizatlı askerlerini yollayanlar bu sefer de burunlarının dibinde Haiti’lilere yardımda, kaç gün geçmesine rağmen aciz kaldılar. Aymazlıklarından değil, umursamadıklarından, çıkarları olmadıklarından. Yoksa Birleşmiş Milletler nezdinde bu durumlarda dünyanın herhangi bir yerinde müdahalede bulunabilecek daimi acil yardım mekanizması ve birlikleri yıllar önce kurulmuş olurdu. Her sene nice doğal afet oluyor hala böyle bir talep bile dile getirilmiyor. Bu konuda dünya sorumluluğu ve seferberliği olmadığından.
-Büyük televizyon şirketlerinin habercileri ekranlarda insanın doğal afetlerde acizliğini vurgulayan görüntü avında, devletlerin aymazlığına, yetersizliğine değinmediklerinden, vahşi düzen önünde kadere boyun eğmiş edilgenliğimizi pekiştiriyor.
-Sömürgeleştirilmenin tokadıyla yoksullaştırılan ülkelerde doğal afetler sonucu oluşan anarşik ortamlarda tanık olduğumuz sefalet ve yaşam mücadelesi görüntüleri dünya nezdinde bu insanların ‘ilkel’ olduğu önyargısını pekiştiriyor, oryantalizmin ‘Uygar Batı’ görüntüsünü meşrulaştırıyor.
-Savaş halinde tanıdığımız ABD ve İsrail gibi ülkelerin bu sefer de Haiti’ye yardım adına asker göndermesi, (bu yoklukta iyi ki gönderiyorlar) doğal afetlerin savaş suçları işleyenler tarafından halkla ilişkiler kampanyalarına dönüşmesime aracı olmasının yolunu açıyor.
-Devletler, Birleşmiş Milletler nezdinde doğal afet fonu ayırmadıklarından çeşitli ülkelerde toplanan bağışlar, yardım konserleri, vs. muzdarip olanları onursuzlaştırıp dilenci konumuna koyarken, bağışta bulunanlar için yapay bir vicdan rahatlamasıyla birlikte çözümün hayırseverlik olduğu gafletini pekiştiriyor.
-Ve her zamanki gibi dinler doğal afetlerden parsa topluyor.
Sözcüleri doğal afetleri fırsat biliyor dosta düşmana hadlerini bildirmeye. İşte 180 ülkede 71 dilde milyonlara seslenen, ABD’nin en popüler, en güçlü din adamı (zamanında Bush’a karşı başkan adayı) Pat Robertson’un geçen hafta Haitililer için söylekleri:
“Orada yıllar önce Fransız çizmesi vardı.
III. Napolyon mu ne? Haitililer biraraya gelip şeytanla anlaştı. Fransızlardan bizi kurtar
hizmetinde oluruz dediler. Evet, böyle oldu.
Şeytan da “Okey, anlaştık,” dedi.
Sen misin yerli halkının soykırımla yok edilmesiyle Afrikadan getirtilen kölelerle beyaz adama çalışan?
Sen misin altının, tütünün ve şeker kamışınla İspanya, Fransa ve İngiltere’yi zenginleştiren?
Sen misin emperyalizme karşı 1804 köle ayaklanmasıyla ilk bağımsızlığına kavuşan ülke olan?
Sen misin kendini beslemeye yeterliyken IMF’nin ekonomiyi liberalleştirme politikasıyla gıdanın yüzde seksen kadarını ABD’den ithale mecbur bırakılan?
Bakalım ne zaman dünyamızda dünyalı olmayı öğreneceğiz?
Demokrasinin kaptalizmi denetleyemediği, ulus devletlerin bayrak sallama yarışında, doğal afetlerde bile birbirlerinin yolunu kestikleri bu düzende değil..
24/01/2010
cevahir sinemasının değerli yetkilileri
sizin çok iyi insanlar olduğunuzu düşünüyorum. hepiniz sinema aşkıyla çalışan emekçilersiniz! sizin de beni sevdiğinizi biliyorum. neredeyse her haftasonu gelip film izliyorum. benim gibi sinema severleri desteklemeniz adına size birkaç öneride bulunmak istiyorum.
şimdi siz alice harikalar diyarında'nın koca koca afişlerini asmışsınız ya, nooolcak peki onlar sonra? depoya mı kaldıracaksınız? ha eğer kullanmayacaksanız, onları bizim gibi tutkulu sinema izleyicilerine hediye etmelisiniz diye düşünüyorum. çok sevineceklerine eminim, kendimden biliyorum.
red queen afişini bana verseniz noolur, ölür müsünüz? aylarca takılı durup görevini yaptıktan sonra neden benim olmasın ki? bana mantıklı bir sebep bulmadıktan sonra, sorumun cevabını evet sayıyorum. ne zaman geliiim? bana her saat uyar.
sizden haber bekliyorum.
sincerely
ayşegül
25 Ocak 2010 Pazartesi
kenanıma yapılır mıydı bu?
dün ejder kapanı'na gittik. afişe bakıyorduk sinema salonunun kapısında. Kenan İmirzalioğlu yazıyordu afişte. ben yanlış biliyordum galiba dedim, yiğidim de ben de öyle biliyordum dedi. allah allah dedik. filme girdik, filmin başında isimler geçerken orada da imirzalıoğlu yazıyordu. te allahım dedim, biz böyle bir yanlış yapsak aaazımıza sıçarlar dedim. güldüm geçtim.
o kadar da önemli değildi yani.
film de fena sayılmazdı. fakat uğur yücel'in birçok repliği güme gitti sesine kattığı o garip efektten dolayı. berrak yine beni çıldırttı. sevişirken iyiydi, onun da neden olduğunu biliyoruz. alkol işte adama her şeyi yaptırıyor.
neyse böyle işte. canım sıkıldı. çok güzel kar yağıyor dışarıda ama biz köleler burada , içeride işimiz olmasa da oturmak zorundayız.
homonoko
o kadar da önemli değildi yani.
film de fena sayılmazdı. fakat uğur yücel'in birçok repliği güme gitti sesine kattığı o garip efektten dolayı. berrak yine beni çıldırttı. sevişirken iyiydi, onun da neden olduğunu biliyoruz. alkol işte adama her şeyi yaptırıyor.
neyse böyle işte. canım sıkıldı. çok güzel kar yağıyor dışarıda ama biz köleler burada , içeride işimiz olmasa da oturmak zorundayız.
homonoko
kaçın lan!
soğuğun anası geliyormuş sibirya'dan. canını seven kaçsın.
dünkü hürriyet haberinde böyle yazıyodu ya.-biraz abartmış olabilirim- hasbinallah velivelmeli mi neydi yaa. annem söylerdi bize kızınca. işte ondan.
gelsin lan gelsin, ondan mı korkucaz sanki. te allahım yaa.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/13569232.asp
dünkü hürriyet haberinde böyle yazıyodu ya.-biraz abartmış olabilirim- hasbinallah velivelmeli mi neydi yaa. annem söylerdi bize kızınca. işte ondan.
gelsin lan gelsin, ondan mı korkucaz sanki. te allahım yaa.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/13569232.asp
ayna ayna söyle bana, bu kadar çok karı seven var mıdır şu dünyada?
evet açıklıyorum. çok seviyorum yaa. öööle yağsın da ben pencerenin köşesine ilişmiş bir şekilde izleyeyim istiyorum. birçok insan bunu kınasa da -sözüm sana ülküdaş- vazgeçemiyorum tutkumdan. bütün haftasonu "aha, güneş çıktı. kar topluyor yaşasın. ufff ne güzel yağıyor." gibi tepkilerime insafsızca yaklaşan değerli arkadaşım ülkü'yü anlayabilmiş değilim. kıpkırmızı burnu ve bana fırlattığı "deli galiba" bakışları gözümün önünden gitmiyor.
sevgili kar sevenler, bir gün hepimiz istediğimiz ideal kara ulaşacağız. elimize aldığımız her kar, kar topu olacak. bu şehre düşen ilk kar, beni kar topu konusunda pek tatmin etmedi. eldivenden kaynaklandığını düşünmüştüm önce. sonra dahsin arkadaşımın feysbuk üzerinden attığı "kar topu olmuyo la bu kardan" çığlıkları beni kendime getirdi. önümüzdeki günlerde yağacak kar, beni tatmin edecektir. umuyorum. -umut fakirin ekmeği- valla olmadı alıp başımı sibirya'ya gidicem. naapim? içimdeki ateşi söndürmeliyim. ben idealleri uğrunda yaşayan bi insanım. ideal kar topuna ulaşana kadar dönmeyeceğim benim yalnız ve güzel ülkeme.
sevgili kar sevenler, bir gün hepimiz istediğimiz ideal kara ulaşacağız. elimize aldığımız her kar, kar topu olacak. bu şehre düşen ilk kar, beni kar topu konusunda pek tatmin etmedi. eldivenden kaynaklandığını düşünmüştüm önce. sonra dahsin arkadaşımın feysbuk üzerinden attığı "kar topu olmuyo la bu kardan" çığlıkları beni kendime getirdi. önümüzdeki günlerde yağacak kar, beni tatmin edecektir. umuyorum. -umut fakirin ekmeği- valla olmadı alıp başımı sibirya'ya gidicem. naapim? içimdeki ateşi söndürmeliyim. ben idealleri uğrunda yaşayan bi insanım. ideal kar topuna ulaşana kadar dönmeyeceğim benim yalnız ve güzel ülkeme.
Etiketler:
kardan cumartesi,
pazar,
pazartesi ve yine cumartesi
son favorim
sevgilim ahmet, sözüm sana! bu kızcağızın sesini nasıl sincap alvin'in sesine benzetirsin yaaa. benim gibi romantik bi insana söylenecek laf mıydı bu? çok güzel şarkı bi kere, sen anlamıyorsun. hıh!
davşanın intikamı fena olur
http://meme.yahoo.com/wrzl/p/I6oZce-/
22 Ocak 2010 Cuma
herkes bir yerlere gidiyor!
ben de gidecektim negzel, annemi babamı görecektim ama hava muhalefetiyle iptal oldu. artık haftaya. yapcak bi şey yok. evde geçecek sıcak bir haftasonu diliyorum kendim için. bol filmli, bol müzikli, bol dumanlı, bol örgülü. isteyen gelsin. battaniyemin altında yer açarım. mısır patlatırım. çay yaparım.
ohh mis:)
ohh mis:)
televizyon izlemek gerçekten aptallaştırıyor!
son üç gündür akşamları televizyon izliyorum. bu durumdan rahatsızım. hayır bi de oturup dizi izliyorum öyle mal mal. gerçi televizyonu örgü örerken fonda çalsın maksadıyla açıyorum, ama sonra amacından sapıyor her şey. elimde tığ, kendimi ekrana bakarken yakalıyorum.
şu battaniye de bitmedi arkadaş, sıkılmaya başladım ama. boş zaman doldursun diye başladım, son dört yıldır sürünüyor. battaniye bitince büyük bir boşluk olacak hayatımda.
velhasıl kelam, televizyon aptallaştırır. örgü mutlu eder. yaşasın yemek yemek.
ben demiştim, aptallaştırır diye.
şu battaniye de bitmedi arkadaş, sıkılmaya başladım ama. boş zaman doldursun diye başladım, son dört yıldır sürünüyor. battaniye bitince büyük bir boşluk olacak hayatımda.
velhasıl kelam, televizyon aptallaştırır. örgü mutlu eder. yaşasın yemek yemek.
ben demiştim, aptallaştırır diye.
21 Ocak 2010 Perşembe
cinematic orchestra/all that you give
seviyorum bu adamları. sabah sabah supa paylaşmış, ben de aktardım. bu arada muhteşem sese sahip ablamız da FONTELLA BASS.
20 Ocak 2010 Çarşamba
Biz de otobüs giydiriyoruz ama böyle olmuyo o_O
Kon aşka kon!
Struck from Davide Nonino on Vimeo.
çok sevdim bu filmi. romantiğim ya ondandır.
özkan uğur/ kara şalvar (romence)
ciguli videolarına bakarken gördüm, bu programı canlı izlemiştim. süper bir performans. bayılıyorum bu adama.
I love gypsies
bu akşam babylon'da çıkacağı haberini okuyunca aklıma düştü ciguli. öttürmüş valla akordeonu.
Clean your balls :)
ahahahahahahahahahahaha. gerçekten saçma:)
Künye: BBH, New York
uçan salon
Künye: Leo Burnett Brasil, São Paulo
Kadınlar ve erkekler
geyik olmuş
Künye: BBH, İngiltere
Hayvanlar palyaço değildir!!!
çok sevdim bu işi. ben de sirkte hayvanların işkenceyle çalıştırılmasına karşıyım. siz eğlenesiniz diye hayvanlara işkence yapılmamalı ve bunu çocuklar izlememeli.
Künye: Partners Lisboa / Portekiz
nike taksimetre'yi açmış
Nike, Arjantin'de yol kenarına bir koşu bandı yerleştirmiş. Yoldan geçen insanlar koşu bandında yürüyüp, koştukça her kilometre sayaçta gösterilmiş. Kilometre başına da Nike, Unicef'e bağış yapımış. Müthiş bir interaktif fikir. Türkiye'de neler olurdu acaba? Biz koşardık yaa, yardımsever milletiz biz. Gerçi koşu bandını söküp eve götürmek isteyenler de olurdu. Orasını karıştırma!
Kaynak: http://creativecriminals.com/
honda'yla interaktifleşelim
te allahım yaa
yazık la buna, bırakın uyusun. maymun ettiniz kediyi
19 Ocak 2010 Salı
dualarımız kabul oldu!
allah baba başımızdan aşağı karları eliyor sanki. sevimli, minik, incecik kar taneleri. bi de nazenin. nerden geldiyse aklıma.
kar gizlenme artık, çık dışarı! orada olduğunu biliyorum
bu sene kar çok korkak çıktı. hep yağmur damlacıklarının arasına gizlene gizlene aramıza karıştı. sabahtan beri bakıyorum, şöyle kendine güvenen bir kar tanesi göremedim.
kar, sözüm sana!
dondur şu yağmur damlalarını da, gökyüzü, yer yüzü sana kalsın. beyaza boya her şeyi, şöyle altında kalsın şehir. bir güzel olalım. bir göz gözü görmesin. bir kardan adamlar gezsin sokaklarda. kar topları uçussun havada. beyazdan gözümüz yorulsun. donumuza kadar ıslanalım. annelerimiz kızsın bize. soba karşısında soyunalım. cam kenarından aldığımız kar parçalarını en yakındakinin sırtına atalım ve geçelim bir köşeye kıvranmasını izleyelim. güldürsün bizi kar. eğlendirsin. her tanesinde çocukluğumuza dönelim. çığ altında kalsın "şimdi". hayallerimizin tadını çıkaralım. beyaz beyaz uçussun kafamızın üzerinde. hafifleyelim. iklimde bir değişiklik yok, bak ne güzel yağıyor kar diyelim. korkularımız azalsın. bir daha onu göremeyeceğiz diye boşuna korkmuşuz diyelim. gülelim.
hep gülelim.
aslanım kar, hadi be gözüm. yağ be koçum. lapa lapa. hadi. ha bir ki üç dört.
kar, sözüm sana!
dondur şu yağmur damlalarını da, gökyüzü, yer yüzü sana kalsın. beyaza boya her şeyi, şöyle altında kalsın şehir. bir güzel olalım. bir göz gözü görmesin. bir kardan adamlar gezsin sokaklarda. kar topları uçussun havada. beyazdan gözümüz yorulsun. donumuza kadar ıslanalım. annelerimiz kızsın bize. soba karşısında soyunalım. cam kenarından aldığımız kar parçalarını en yakındakinin sırtına atalım ve geçelim bir köşeye kıvranmasını izleyelim. güldürsün bizi kar. eğlendirsin. her tanesinde çocukluğumuza dönelim. çığ altında kalsın "şimdi". hayallerimizin tadını çıkaralım. beyaz beyaz uçussun kafamızın üzerinde. hafifleyelim. iklimde bir değişiklik yok, bak ne güzel yağıyor kar diyelim. korkularımız azalsın. bir daha onu göremeyeceğiz diye boşuna korkmuşuz diyelim. gülelim.
hep gülelim.
aslanım kar, hadi be gözüm. yağ be koçum. lapa lapa. hadi. ha bir ki üç dört.
18 Ocak 2010 Pazartesi
gelgelciler!
bu memlekette, nerede olursanız olun, arabanızı park edeceğiniz zaman size "gel gel" diyecek birileri çıkar. bu kişiler kaldırımlarda, yol kenarlarında pusuya yatıp, bir anda beliriveren ve siz park etmeye çalışırken bir anda sesini duyduğunuz "özel yetenek"lere sahip insanlardır. ihtiyacınız olmasa da size "gel gel" demeye devam ederler. arabada park sensörü olmasına rağmen, o insanlar araçtan çıkan çıkan "düt düt" sesini bastırarak komut verirler.
iyi ki varsınız gelgelciler.
iyi ki oradasınız.
iyi ki varsınız gelgelciler.
iyi ki oradasınız.
15 Ocak 2010 Cuma
sanat için kasanlar
parkour motion reel from saggyarmpit on Vimeo.
Games we play
Puma'nın yeni reklam filmlerini, Cevahir'in önündeki dev ekrenda izlemiştim bir akşam eve giderken. Oldukça eğlenceliydiler. Elmaaltshit'de gördüm hepsini. Ben de palyaşayım o zaman didim. Dekorlar muazzam olmuş. Çok yaratıcı ve farklı. Çok beğendim ben bu işleri.
3. dünya ülkesi olmak!
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=974713&Date=15.01.2010&CategoryID=77
Bu acıyı bizim gibi bir 3. dünya ülkesinden daha iyi kim anlar? Ve biliyoruz ki, bu depremin izleri kolay kolay silinmeyecek. Bizimki 11 yıl geçmesine rağmen hala kendini hissettiriyor. Milletvekillerinin yerleştirildiği deprem konutlarından mı başlasak önce, hâlâ barakalarda yaşayan insanlardan mı? Biz dünyaya zarar vermeye devam ettiğimiz sürece, doğa deprem gibi afetlerle intikamını alacaktır bizden.
Karmançorman bir yazı ama, olsun.
Olduğu kadar.
14 Ocak 2010 Perşembe
güzel ortammış:)
Belçika'da bir alışveriş merkezinden ortam (ambient) reklamı örneği. "Alfa Romeo almak bu kadar kolay"a getiriyorlar. Gerçekten bu kadar kolay mı lan? Hadi biz de alalım o zaman.
Birkaç ambient örneği de bigu'dan.
13 Ocak 2010 Çarşamba
bir uzaya gitsem...
şöyle ayın etrafında bir dolaşsam, karanlık tarafını bir görsem, yıldızlara daha yakından baksam sanki çok güzel olurdu. ve ondan sonra her şey bana çok az, çok gösterişsiz görünürdü.
ulan astronot olmak vardı lan şimdi. küçükken rüyalarıma girerdi, astronot kıyafetlerinin içinde uzaydaymışım, orası benim evimmiş. hey allahım, keşke hayallerimin peşinden koşabilseydim:) lisedeki fizik dersi buna engel oldu. lanet olası fizik dersi. bu memleketten de bir astronot çıkacaktı, sen engel oldun. ben de türkçe matematik sınıfında astronot olma hayalleri kurdum. sonra astronot olmanın başka yollarını buldum onu sonra anlatıcam.
sabah sabah apple'da hubble diye bir belgeselin fragmanını izledim, her şey ondan sonra başladı. gelsin gidecem, boyutlu boyutlu izliiicem.
ulan kahpe kader, senin yüzünden astronot olamadım
ulan astronot olmak vardı lan şimdi. küçükken rüyalarıma girerdi, astronot kıyafetlerinin içinde uzaydaymışım, orası benim evimmiş. hey allahım, keşke hayallerimin peşinden koşabilseydim:) lisedeki fizik dersi buna engel oldu. lanet olası fizik dersi. bu memleketten de bir astronot çıkacaktı, sen engel oldun. ben de türkçe matematik sınıfında astronot olma hayalleri kurdum. sonra astronot olmanın başka yollarını buldum onu sonra anlatıcam.
sabah sabah apple'da hubble diye bir belgeselin fragmanını izledim, her şey ondan sonra başladı. gelsin gidecem, boyutlu boyutlu izliiicem.
ulan kahpe kader, senin yüzünden astronot olamadım
12 Ocak 2010 Salı
blog aleminde bir gün
valla bayılıyorum bööle it gibi gezmeye, patronlarıma çaktırmadığımı düşünüyorum:) iş var da ben mi yapmıyorum sanki.
ordan oraya, hoplaya zıplaya, bir bakmışım şurda, bir bakmışım burda. blog aleminin en karanlık yerlerine girip çıkmak, her boka bakmak, her çiçekten bal almak gayem. bir gün herkes blog sahibi olacak kanımca. benim bile iki tane var.
ordan oraya, hoplaya zıplaya, bir bakmışım şurda, bir bakmışım burda. blog aleminin en karanlık yerlerine girip çıkmak, her boka bakmak, her çiçekten bal almak gayem. bir gün herkes blog sahibi olacak kanımca. benim bile iki tane var.
negzel söylemiş metin abii
küçükken çok severdim bu adamı da şimdi pek hoşlanmıyorum kendisinden. ama ossun, hepimiz insanız.
dejeneratör'den araktır.
mos def / supermagic
selda bağcan'ın bir şarkısını kullanacağını geçenlerde gazetede okumuştum. dejeneratör'de gördüm. bu adamı "be kind rewind" filminde çok sevmiştim. müzisyen olduğunu da sonradan ögrenmiştim. vellah iyiymiş. beğendim ben şarkıyı
Louise Brooks: Sessiz güzel
1930'lu yılların sessiz sinema yıldızı. Zamanına göre farklı bir saç stiliyle akıllara kazınmış muhterem zat. biz seni böyle sevdik lulu. hep böyle kal
uyumak!
sıcak bir banyonun ardından yatağa girmek gibisi var mı? bir de bir gece öncesinin yorgunluğu akıyorsa gözlerinden, tüm gün hayal edilen an gelip çatmış demektir. uykunun iyice bastırması ve gece kaçma ihtimali üzerine bir yudum pasiflora, ardından sarı kantaron çayı... mışıl mışıl bir uyku geliyorum demektedir. yavaş yavaş düşerken göz kapakların, elindeki dergiyi bir kenara atıp hemen uykuya dalarsın. ama önce ışığı kapatırsın. ve gece nasıl yattıysa, sabah öyle kalkarsın. sağ tarafın uyuşuk.
11 Ocak 2010 Pazartesi
my brute
http://hayri-irdal.mybrute.com
cihangir'de bir pazar
ve etiler'de bulanık bir pazartesi. beynimi hissetmediğimi söylesem fazla abartmış olmam. evet evet kesinlikle hissetmiyorum.
8 Ocak 2010 Cuma
aim it. shoot it. freeze it
ohannesburger bir reklam olmuş. bayıldım. cuma akşamını iyi kapatıyorum vella
vinç çılgınlığı
Winch Madness from MikeL on Vimeo.
hastası oldum videonun, tabiki de gencecik delikanlıların da:) canlarım
jennifer lopez poposuna sahip olmak şimdi çok kolay: booty pop
ıslatıp ıslatıp dövmek istiyorum insan evlatlarını.
edit: lan fake olma ihtimali varmış bunun. ben de hemen atladım:) ama yapılmayacak iş değil ki, bunu da yaparlar yakında
mübarek akşamda dışarı çıkmak
dün akşam nereye girdiysek ya kapalı ya da bomboştu. nedenini anlayamadık. perşembenin getirdiği bir şey olsa gerek didik ve içmeye devam ettik.
boş mekanlar bizibozmaz yeter ki gönüller hoş olsun.
cheers
boş mekanlar bizibozmaz yeter ki gönüller hoş olsun.
cheers
7 Ocak 2010 Perşembe
lisanssız bir özel dedektif arıyorsanız..
jonathan ames tam size göre. "bored to death"in baş kahramanından bahsediyorum. alışık olduğumuz komedi unsurlarını barındırmayan, amerikan bağımsız tadında, sanki bir wes anderson filmi izliyormuşsunuz havası uyandıran mini dizi. wes anderson'ın rushmore'unda tanıyıp sevdiğimiz koca burunlu Jason Schwartzman, "jonathan ames" rolünde pek bir âlâ. hangover'daki en süper insan Zach Galifianakis, canlandırdığı "Ray" ile sanki bir bütün olmuş. o adamı başka düşünemiyorum, göbekli, sakallı ve absürd. "3 adam, 1 bebek" filminden hatırladığım, "Cheers"in garsonu olarak bilinen Ted Danson da patron "George" rölünde. Ne patron ama:) herkesin böyle yeşil sever bir patronu olsa.
her üç karakter de birbirinden garip, sevimli, çılgın ve kendi halinde. Hayatını yazarak kazanan Jonathan, çizer Ray ve yaşlandığını kabullenemeyen ot canavarı George'u izlemek için vakit kaybetmeyin.
her şey güzel, iyi hoş da keşke dizi yarım saatte bitmese
6 Ocak 2010 Çarşamba
şans
ben kendimi şanssız görmüşümdür her zaman. başıma gelen tüm saçmalıklar benim şanssızlığımdan kaynaklanmıştır. daha çok şanslı olmayı dilemişimdir hep. olmamıştır.
peki, ya başıma gelenler bir şanssa. ya olmasını isteğim şeyler aslında başıma büyük dertler açacakken, gidişatın birden değişmesi beni bir sürü şeyden kurtarıyorsa.
her şey o anlık gelişmeyle şansa dönüşüyorsa.
"neden bu yönünden bakmıyorum ki hayata" diye düşündüren kısa bir cümlenin ardından sanki aydınlanma yaşadım. sanki bilmiyordum, ilk defa mı duydum?
şimdi sanki her şey değişecekmiş gibi geliyor. bundan sonra her şey farklı olacak,ben hayata daha farklı bakacağım.
yalannnn.
bi süre sonra geçer bu his.
ben kendimi bilirim.
peki, ya başıma gelenler bir şanssa. ya olmasını isteğim şeyler aslında başıma büyük dertler açacakken, gidişatın birden değişmesi beni bir sürü şeyden kurtarıyorsa.
her şey o anlık gelişmeyle şansa dönüşüyorsa.
"neden bu yönünden bakmıyorum ki hayata" diye düşündüren kısa bir cümlenin ardından sanki aydınlanma yaşadım. sanki bilmiyordum, ilk defa mı duydum?
şimdi sanki her şey değişecekmiş gibi geliyor. bundan sonra her şey farklı olacak,ben hayata daha farklı bakacağım.
yalannnn.
bi süre sonra geçer bu his.
ben kendimi bilirim.
4 Ocak 2010 Pazartesi
nononononon 2010!
noooldu, ne değişti?
ama ben de biraz acele ediyorum galiba? sakin olup beklemeliyim.
vitesi boşa aldım, yavaş yavaş emniyet şeridinden gidiyorum.
şimdilik!
ama ben de biraz acele ediyorum galiba? sakin olup beklemeliyim.
vitesi boşa aldım, yavaş yavaş emniyet şeridinden gidiyorum.
şimdilik!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)