30 Nisan 2009 Perşembe
balkan müziğini seviyorum!
masal gibi bi şey yani.
29 Nisan 2009 Çarşamba
büyükler için çocuk parkı yapılsın!
ben de özgürce sallanabileceğim, yaş sınırı olan (18 yaşından küçükler giremesin mesela!) kocaman bir park istiyorum. salıncaklar eski tip olsun ama, oturağı tahtadan, zincirleri gıcırdayan, koptu kopacak hissiyle kalbimi hoplatan tarzda. tahteravalli de bizim boyumuza göre olsun, oturağı sert olsun, yere indiğinde kıçının kemiği zonklasın.
çok mu şey istiyorum a dostlar?
Don't panic!
gözlerden uzak bir güneşin yörüngesinde,
tamamıyla önemsiz küçük bir gezegen döner.
gezegenin maymundan gelen halkı genellikle mutsuzdu.
ağaçlardan inmekle büyük hata yaptıklarını düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. bazıları ağaçlara çıkmanın bile yanlış bir hamle olduğunu ve okyanuslardan asla ayrılmamış olmaları gerektiğini söylüyordu.
sonra adamın birinin,
sırf değişiklik olsun bundan böyle halka nazik davranmanın ne kadar iyi olacağını dile getirdiği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık iki bin yıl sonra,
bir perşembe günü,
o önemsiz gezegen bir kestirme yol uğruna yok olup gidecekti.
ama bilinmeyen gerçek şuydu ki gezegenin yaratılış amacı yalnızca nihai soruya cevap bulmak için yapılan bir deneydi...''
otostopçunun galaksi rehberi'nden.
28 Nisan 2009 Salı
michael ende ve mükemmel masalları
benden söylemesi.
sorucam sonra haberiniz olsun.
27 Nisan 2009 Pazartesi
Welcome to prrrresidensi!
obama, o o obama.
hele hele alttan geçen ingilizce çeviriler beni benden aldı.
umarım mustafa abi de bu şarkıyı yaparken, benim eğlendiğim kadar eğlenmiştir. yani şakadır di mi?
şaka desin birisi!
çok gülme müsait sanırlar!
işte biz böyle yetiştirildik.
yıllarca gülemedim.
yeni yeni başladım gülmeye.
24 Nisan 2009 Cuma
bir cuma klasiği
olsun, haftasonu erken kalkmanın bile bi tadı var.
bayılıyorum cumartesiye.
ay lav yu cumartesi.
Born to be bored!
Niye mi?
çalışıyorum
az para kazanıyorum
az para kazandığım için harcayamıyorum
yaşlanıyorum
doğru işi yaptığımdan hala emin değilim
doğru işin ne olduğundan emin değilim
insanlardan pek haz etmiyorum
eğlenerek çalışamıyorum
kendimden sıkılıyorum
uzun lafın kısası, hayattan zevk almak için de pek çaba harcamıyorum.
ama ben her bahar arefesinde böyle oluyorum. ruhumu bahar çarpıyo.
Mayıs sıkıntısı!...
23 Nisan 2009 Perşembe
23 nisan'a taşlama!
resmi tatilde çalışınca gıcık oluyor insan
22 Nisan 2009 Çarşamba
biz niye resmi tatillerde hep çalışıyoruz?
mınaki.
insanın sesinin güzel olması değişik bi şiy olsa gerek!
dinleyin, dinletin.
iddia ediyorum, herkes sevecek.
http://fizy.com/s/1049n5
20 Nisan 2009 Pazartesi
Mükemmel bir yazı
Tembelliğe övgü
‘Beni 20 yıl sıkıntıya mahkûm ettiler/Düzeni içinden değiştirmeye çalıştığım için’ diye başlıyor büyük Kanadalı şair Leonard Cohen’in bir şarkısı. Sınıf bilincinin pek de şık bir şey olmadığını düşünenler Cohen’i sevemez. Bu yazıyı okumaları da icab etmez. Cohen aynı şarkı/şiirde “Şu moda sanayinizden hiç hazzetmiyorum efendi/Şu sizi zayıf tutan haplardan hiç hazzetmiyorum/ Kızkardeşimin başına gelenlerden hiç hazzetmiyorum” diye devam ediyor. Sonra da açık seçik bir ilan-ı harp: “işte geliyorum, hakkınızı avcunuza vereceğim/ Önce Manhattan’ı alacağız, sonra da Berlin’i” Cohen, hayatı boyunca ‘cool’ olmadı. Diyelim Fransız muadili olduğu iddia edilen Serge Gainsbourg’un serinliğini rüyasında bile görmedi. Gainsbourg, Fransız manacılığıyla yarattığı şiiri en kabadayı haliyle okudu durdu. Gainsbourg,’Fiziksel aşk, çıkmaz sokak’ diye gırtlağının en afili yerinden şarkıcılığa tenezzül etmezmiş gibi yaparken, Cohen, bir an olsun politik olmaktan uzak kalamayarak “Seni çıplak görmem şart/hem butlarını hem kasıklarını” diye hıçkıyordu.
Kişinin boranlar fırtınalarla sınanan dostluk-akrabalıkları hayatın küçük lütuflarından doğuyor. Cohen, benim canım dostum, kan kardeşim. Onu tanıyıp sevdiğimde henüz 16 yaşındaydım. Bir tesadüfün fısıltısıyla hayatımın şairlerinden biri oldu. Serge’i hep sevdim, ben de onu çok ‘cool’ buldum. Ama kanımın akış yönü hep ondan çok daha canhıraş, çok daha yaralı adamları işaret ediyordu. ‘Ekonomi politik’in püskürttüklerini. Serüvenlerinin şahsi bütünlüğü konusunda sevdiklerini asla tam olarak ikna edemeyenleri. Sürüklenmelerle, sürekli bir mahmurluk hali yaşayanları. Her yaptıkları, her ürettikleri manifesto tadında olan, döne döne kendine ve çevresine batan adamlarla kadınları. Hayatı kolaylaştırmak için kıllarını kıpırdatmayan, sırtlan gibi uluyan, kelebek kadar kısa ömürlü, uçucu yaratıkları. Yaşamak istedikleri dünyayı rüyalarında görüp bir daha ayılamamışları. Acemileri. Kimileyin konuşurken terleyen, beceriksiz, küskün yaratıkları. Durup dururken etraflarını çoşkularıyla kasıp kavuranları. Sıkılmamak için çırpınanları. Hayatta kaybedecekleri tek şeyin sıkıntı olduğuna inananları. Tanrısı ‘Heves’ olanları.
Dünya çok küçük, bir an boş bulunup çırılçıplak halini görüverdiğimizde. Ama ne kadar kışkırtıcı. Gökyüzü ne kadar büyük. Ne kadar ferah günbatımları. Hep birlikte tembellik yapıp, yıldızların altında düş kurmak bile olabilir insanlığın bütün mutluluk hayali. Tembellik hakkımız dışında ne mene bir kutsal amaç bir araya getirebilir yüreklerimizi? Üretimin, emeğin gözü kara bir hınçla yüceltildiği bir hayat tanımına karşı özgürlüğün çıplak dili. Yaban ritmi. Gelişen, büyüyen, uygarlaşan, hayat kalitesi artan bir insanlık ülküsü adına hayattan vazgeçen, şahsi hayatını üretime satan insan kalabalığı karşısında dilimiz tutulmadan, şöyle bir gerinip tembelliği savunmak zorundayız.
Esir devleti
Bertrand Russell, 1932 yılında yayımlanan denemesi; ‘Aylaklığa Övgü’de sonsuz bir berraklıkla kapitalizmin ahlakını anlatır. Gündelik çalışma saatinin dörde indirilip herkesin daha rahat yaşayabileceği bir düzene karşı kimilerinin günde 10 saat çalışmaya zorlandığı, kimilerininse işsiz bırakılıp açlığa mahkûm edildiği düzen. Neden? Çünkü emek, görevdir. İnsanlar da ürettikleriyle orantılı değil, sanayii tarafından belirlenmiş değerlerine orantılı olarak bir ücret alırlar. Russell, buna ‘Esir Devleti’nin ahlakı der. Ünlü topluiğne örneğini de bu noktada devreye sokar. Diyelim ki bir grup insan dünyanın ihtiyacını karşılayacak kadar topluiğne üretiyor. Bu arada biri çıkıp aynı süre içinde iki misli toplu iğne üretmenin yolunu açan bir buluş gerçekleştiriyor. Ama yazık ki dünyanın iki misli topluiğneye ihtiyacı yok. Russel, bu noktada mantıklı bir dünyada topluiğne üretiminde çalışan insanların günde sekiz saat yerine dört saat çalışma düzenine geçmeleri gerekir, diyor. Oysa bu, esir devletinin mantığı açısından tehlikeli. İnsanlar sekiz saat çalışmaya devam eder. Topluiğne fazlası olur. Kimi topluiğne üreticileri iflas eder. Bu sektörde çalışanların yarısı işten atılır. Kalanlar yine çok çalışmaya mahkûm edilir.
İngiltere’de 19. yüzyılın başlarında yetişkinlerin gündelik mesaileri 15 saatti. Çocuklar da 12 saat çalışmaya mahkûmdu. Kimi çokbilmişler çıkıp bunun fazla olduğunu söylediklerinde karşılarında sorgulanmaya hiç niyeti olmayan bir mantıkla karşılaştılar: Çalışmak, yetişkinleri alkolden, çocukları da yaramazlıktan uzak tutar.
Kapitalizmin çalışmaya zorlayan, emeğin onuru diskuru, sosyalizmin acıklı uygulamalarında da karşılığını buldu ne yazık ki. Emeğin fetişleştirildiği, mutluluğun kendini üretime adamış, çalıştıkça daha çok çalışmak isteyen emekçinin ufkuna gerildiği dünya tasviri Kropotkin’lerin, Bakhunin’lerin çığlıklarını boğarak kaçınılmaz akıbetine bakıyordu. Esir devleti, yüzyıllardır insanlığın üretebildiği tek model olarak kaldı.
İnsanların boş vakitlerini değerlendirebilmeyi öğrenmelerine fırsat tanımayan bir düzen bu. İçinden değiştirmeye çalıştıkça müebbet sıkıntıya mahkûm ediliyoruz. Yalnızca daha çok ücret, herkese iş ve benzeri savsözlerle mücadelemizi adlandırdığımızda hayatı toptan ıskalıyoruz. Özgürlük sandığımız, köpek gibi çalışabilmek, kullanmaya kışkırtıldığımız, aslında ihtiyacımız olmayan binlerce ürüne sahip olabilecek parayı kazanmak.
Tembellik, insanın en insani hakkıdır. Emeğin kutsallığı safsatasına karnı tok olanlar özgürlüğü tanımlamaya en yakın duranlardır. Çalıştıranlara iktidar, çalışanlaraysa emeğin kutsallığı, öyle mi?
Vakit, nakit değildir! Vakit, hayattır! Hayatına dön. Fazla mesaiye kalma.
Bugün ben keyif pezevengi gördüm!
Efsane insan: Emsancı Rafet!
17 Nisan 2009 Cuma
kendimi doğaya salıcam yarın!
kadın ve erkeğin birbirini anlama ihtimali nedir?
artık bu konu üzerinde bu kadar düşünmemeliyim.
kendimi düşünmekten alamıyorum yaaaa.
uyuz oluyorum.
uyussss.
16 Nisan 2009 Perşembe
Nisan'ın da yarısını bitirdiğimizin farkında mısınız?
Alkole güzelleme!
Sızdım köşede, rüyalar gördüm bir hoş
zebah olunca açtım gözlerimi, baktım boş boş
hayat seninle güzel, anladım yine, oldum bir hoş
15 Nisan 2009 Çarşamba
sanat filmi bizden geçmiş hocam!
14 Nisan 2009 Salı
beni benden alın, başka ruha yamalayın.
insanın belli bir yaştan sonra değişmesi de bayaa zor. ben deniyorum olmuyo. çok çaba sarf ediyor muyum? orası tam bir soru işareti.
buradan açıklamak istiyorum, aslında ben de sizin kadar benden sıkılıyorum. bazen beni benden alıp, uzak diyarlara götürüp bırakmak istiyorum. yolunu bulup, geri gelemesin diye. çünkü burnu iyi koku alır. kesin geri döner.
dönerim.
13 Nisan 2009 Pazartesi
azrail'le satranç oynanır mı?
Ölüm, ne güzel bir beden bulmuş dedirtiyor film. Azrail böyle midir acaba?
Velhasıl kelam, haftasonuna iyi bir kapanış oldu.
bizim burada da çok sokak çoçuğu var!
Peki siz, sadece bir kelime oyunu olsun diye, sokak çoçuklarını, bir ilanın başlığına taşımayı görmemezlikten gelebiliyor musunuz? Hiçbir ahlaki kaygı taşımayan bu ilanın, Türkiye'nin önde gelen reklam ajanslarından biri MARKA tarafından yapıldığını görmemezlikten gelebiliyor musunuz? MARKA'nın artık kendi dışında her şeyi görmemezlikten geldiğini görüyoruz. Sadece "yırtıklık" adına yapılan saçma sapan işleri ben artık görmemezlikten gelemiyorum. Çok sinirleniyorum.
Bu arada ilanın görselinin de çok manidar olduğunu söylemeden geçemeyeceğim: İki tane sevimli midilli ile oynayan mini minnacık ana kuzuları. Bunlar mı sokak çocuğu lan?
Ben sadece hassssktir demek istiyorum.
Bu küfür bile daha ahlaklıdır.
10 Nisan 2009 Cuma
insanlar ne kadar çok konuşuyor yahu!
kafam şişti yaa. yeter sussunlar. kafamın içine huzur gelsin artık.
otobüs şoförlerine, taksicilere gıcık kapıyorum!
9 Nisan 2009 Perşembe
Polis her yerde polis!
Gargamel çatlasın!
8 Nisan 2009 Çarşamba
çok yalnızım be atam!
oturmaya da beklerim.
ruhuma el fatiha
hayır ben sıkıldım, etrafımdakiler naapsın? alıştılar garibanlar binbir yüzüme.
olsun seviyorlar beni.
seviyorlar.
lannnn.
seviyosunuz di mi?
doğru söyleyin bi şiy demiicem!
slogan bulmam lazım
Bahar nerde kaldın yaaaa?!!
her yerim ağrıyo senin yüzünden.
Gel diyorum sana
7 Nisan 2009 Salı
caz dünyasından bir yıldız daha kaydı
gülerim.
dakikaları sayıyordu genç kız...
saat şu an itibarıyla 18:34. ben bir memur edasıyla saatin yedi olmasını bekliyorum. gerçi memurlar beşte çıkıyor ama. bu konuyu çabuk kapatalım, üzülüyorum. konuyu ben açıp, ben kapatıyorum. olmuyo böyle. buraya bir ziyaretçi lazım. gelsin, şenlendirsin ortamı.
Çalışmayı hiç sevmiyorum arkadaş!
Festival, sana karşı boş değilim. Ama senin tüm seansların dolu!
2010 çok acayip bir yıl olacak. inanıyorum." festivale katılım başarı ödülü" bile verebilirler bana. şimdiden konuşmamı hazırlayayım.
seneye.
Abii, abiii! Benimle evlenir misin abi?
Haftasonu uzun süredir beklediğim Reha Erdem filmi Hayat Var'a gittik. önce sevmedim filmi. düşündükçe sevmeye başladım. keşke filmden çıkar çıkmaz öyle konuşmasaydım. şimdi arkadaşlarıma 'Aslında o kadar da kötü film değilmiş beaea!'yi hangi yüzle söyliicem. Sanat bu abicim, ilk izlenimler çabuk geçer, bir oturur film değil mi? şöyle bir düşünürsün.
Hayat Var'ı sevmem için bir gün geçmesi yetti. ne biçim insanım yaa!
Ama şimdi allahı var, Korkuyorum Anne gibisi yok. tamam tarzı farklı ama, çok seviyorum naaapim.
Yıllardır duyduğum bu cümle... aman allahım
ve işte o yara açanlar geliyorrr!
şaka şaka kimsenin geldiği yok. zaten burada biraz da monolog yapmıyor muyum?
sesimi duyan vaaaaaar mıııııııı?
hadi başlıyalım. allah yüzümüzü kara çıkarmasın.
amen