29 Eylül 2010 Çarşamba

Cennetten kovulma!

Havva elmayı yemiştir.
...
"Bizi dışarı attılar. Bu çorak bozkıra attılar bizi, ardımızdan kapıları kapattılar. Oysa kimsenin zararını istememiştik. Üç ay oluyor. Bilgisizdik o zaman, şimdi ise bilgi yönünden zenginiz çok. Ne zenginiz ya! Açlığı, susuzluğu, soğuğu öğrendik; hastalığı, acıyı, üzüntüyü öğrendik; nefreti başkaldırmayı, aldatmayı öğrendik; iç ezikliğini, suç ile suçsuzluğu aynı sayan vicdanı öğrendik; beden ile ruhun yorgunluğunu, dinçleştirmeyen uykuyu, dinlendirmeyen dinlenceyi,cenneti bize geri getiren, uyandığımız an gene alıp götüren düşleri öğrendik; yoksulluğu öğrendik; işkenceyi, gönül kırgınlığını öğrendik; kibri, taşkınlığı, çekememezliği, ikiyüzlülüğü öğrendik; saygısızlığı öğrendik; sövmeyi öğrendik; doğruyu yanlıştan ayırt etmesini, birinden kaçınmayı ötekine yönelmeyi öğrendik; ahlak duygusunun sonuçlarını bütün zenginliğiyle öğrendik, şimdi hepsine sahip durumdayız. Cennette bir saat kalmak için hepsini verirdik bunların..."

Mark Twain / Adem'le Havva'nın Güncesi

ahlak nedir?

Şetan ile Havva arasındaki bir diyalog.

...
"İyiyi kötüden ayırt etmesini bilen kimse var mıdır hiç?"
"Hayır, cennette yoktur."
"O bilgiyi kazandıran nedir?"
"Ahlak duygusu."
"Nedir o?"
"Önemli değil. Sende bulumadığına şükret."
"Neden?"
"Çünkü bir aşağılamadır, bir yıkımdır bu duygu. Onsuz yanlış işleyemez insan, o olursa işler. Dolayısıyla tek işlevi vardır bu duygunun: sana nasıl yanlış işleyebileceğini öğretmek. Başka hiçbir şey, ama tek bir şey bile öğretmez.Yanlışın yaratıcsıdır bu duygu. Ahlak duygusu ortaya atmasa, yanlış diye bir şey var olamaz."

Mark Twain / Adem'le Havva'nın Güncesi

27 Eylül 2010 Pazartesi

çalışkan öğrenciyim ben

ders notlarımı temize çektim şimdi:) ehehe. çok hoşuma gitti. bu öğrencilik iyiymiş lan aslında zamanında değerini bilememişiz.
artık ödevi yapmak için zamanım kalmadı. it is time to sleep.
onu da yarın yaparım. allahım ne kadar sorumluluk sahibi, hırslı bir öğrenciyim.
vay anasını, hiç beklemezdim kendimden.
=dur bi, iki-üç hafta geçsin görücüm ben kendimi:) malını bilen kaptan.
hadi yatalım artık.
dexter'ı da izledim ya artık yatabilirim. akşam akşam amma iş yaptım haaa.
vay bana, vaylar bana

unuttum lan yazmayı!

dün yaratıcı senaryo yazarlığı kursum başladı. pek bi keyif aldım. akşam gidip notlarımı temize geçicem:) tıpkı eski günlerdeki gibi. ne zaman yaptıysm böyle bi şeyi. yalannn! insanın kendini yalan söylerken yakalamasının tadı bi başka oluyor hea:)
Hoca süper, Mehmet İnan. Hiç durmadan anlattı. Rıhtımlar Üzerinde'ye farklı bir gözle izledik. pek güzeldi. çok hoşuma gitti. iyi ki de gitmişim. gelecek pazarı sabırsızlıkla bekliyorum. belki bu etkinlik pazar günlerini sevdirir bana. hadi bakalım.
akşam bi de ödev yapcam. vay be ödevim var yapmam gereken. değişik bir hissiyat. yıllar sonra gelen ödev ayşegül'ün hayatını değiştirmiş, hayata sıkı sıkıya bağlanmasını sağlamıştı. hemen her şeyi ödeve bağlamayalım oolum. kısa kes.
böyle yani.
hayırlı günler

haftasonlarıma bayılıyorum serisi

evet haftasonlarına bayılıyorum. bu kadar yani. hayat felsefem olarak değerlendirebiliriz. hele de böööle sinemadır, konserdir dolu dolu geçiyorsa. daha bi bağlanıyorum cumartesi'ye, pazar'a. yalan olmasın pazar gününe bağlanmam söz konusu olamaz. cumartesi gözdemdir benim.
cumartesi akşamı gittiğimiz mükemmel medeski martin & wood konserinde kendimizi alkolün kollarına bırakıp, çok pis sarfoş olduk sevdiceğimlen. şu an boğazım ağrıyor. ben dün akşam yediğim dondurmaya bağlasam da çevremdi bi kısım insan soğuk biradandır diyorlar. ben bi biranın insana kötülük yapabileceğine pek imkan vermiyorum. dondurmadandır o, kesin.
dün gece boğazımdaki gıcık uyukqtmadı benim, sürekli su içtim. bi de sıcaktı. çok saçma bi geceydi benim için. böyle geceler yaşanmasın istiyorum. allahım duy beni.
o zaman see you then.

23 Eylül 2010 Perşembe

Antiasit, Antireflü


Anlaşılacağı üzere bir süredir reflü şikayetim var. Doktora gittim mi? Hayır, ama bilebiliyorum ben, kendim. Mide boruma oturmuş bir yumru vardı birkaç gün öncesine kadar, şimdi yavaş yavaş etkisini kaybediyo. Tedavi ediyoruz onu. Doktora gittim mi? Hayır, tabii ki. Ben biliyorum ne kullanacağımı. İyi geldi hem de ilaçlar. Doğru ilaç olduğunu biliyordum.
Doktorların mesleğine saygım sonsuz ama doktora gitmeyi hiç sevmiyorum. Geriliyorum doktora gitme durumundan dolayı. Böylesi iyi. Geçmezse giderim.
Bir süre tüm kötü alışkanlıklarıma son verip, biraz da az düşünüp, daha az stres yaparsam her şey güzel olacak.
İnanıyorum.

16 Eylül 2010 Perşembe

13 Eylül 2010 Pazartesi

bu pazartesi bana gaz yaptı!

bıraktım ben de çalışmayı...

Lafayette'den gelsin o zaman

i think over again my small adventures, my fears.
these small ones that seemed so big.
for all the vital things i had to get and to reach.
and yet there is only one great thing.
the only thing.
to live to see the great day that dawns.
and the light that fills the world.

Trueblood 3x7

What a strange days!

Son günler çok hızlıydı. Bayramdı, referandumdu derken, hayat birden karıştı. Bakalım bundan sonrası nasıl olacak? Biraz gıcık bir ruh hali. Belirsizlik hakim. Önümüzdeki maçlara bakacaaaaz.
O zaman oynatalım uğurcum.

7 Eylül 2010 Salı

yapılır ki bu o_O



yap o zaman!

Gianluigi Perfecto!



Gianluigi Toccafondo, San Marino dolaylarından yetenekli bir insan. Birçok kısa film yapmış. Bu izlediğiniz 1989 tarihli La Coda'da Buster Keaton filmlerinden 1200 sahne kullanılmış. Sahneler fotoğraflanmış, çıkışları alınmış, boyanmış ve sonra 35 mm kamerayla kaydedilmiş. Bayaa uğraşılmış yani. Dikkatli izleyin:)

6 Eylül 2010 Pazartesi

Tomek Baginski / Katedral

The Cathedral (2002) - Tomek Baginski from Ludik on Vimeo.



Çok etkileyici bir kısa daha. Daha önce Fallen Art adlı kısasını izlemiştim. Bu ondan daha güzel.

farkımız yok!

El empleo from Hayyam on Vimeo.



çok etkilendim doğrusu!

true bloody sunday!

tüm pazar günümü true blood izleyerek geçirdiğime inanamıyorum. bilgisayarı her kapatışımda, bu defa izlemiicem diyorum. yarım saat geçmeden 'ay wanna do bed tings vit yuuuu' diye mırıldanırken buluyorum kendimi. kafa gitmiş, bilgisayar açılmış, cd konulmuş, bilgisayara kopyalanmış. vay didim gençlik diyip, canım vampirlerimi izliyorum.
dizinin ilk başlarında romantikliğimin vermiş olduğu gazla bill'e abayı yaktım. sonra o saç ne lan öyle, ulan hep de aynı bakılmaz ki diye diye soğuttum kendimi heriften. (bu arada bu adama karşı ilk duygularım değilmiş. starter wife'da da hastaymışım. okuyunca onun o olduğunu anladım:) ve sonra eric saçlarını kestirdi, bir güzel balyaj yaptırdı. ooh mis gibi. şimdi eric de eric.
canım sevgilim bunları okumuyorsun di mi?
senin yerin ayrı, onların yeri ayrı:) hem onlar gerçek değil ki bir hayalden ibaret!
neyse bir pazar gününü yatıp yuvarlanıp, dizi ve sudoku arasında geçirdim. arada gazete okumaya çalışsam da yerim ulan hepinizi deyip attım elimden. gerçek dünyadan kopmam lazım benim.

yerim lan hepinizi!

burda bi şey yapmaya çalışıyorum kimsenin ilgilendiği yok. hasta numarası yapmak zaten beni çileden çıkarıyor bir de kimse ilgilenmeyince iyice kuduruyorum. arada inlerken buluyorum kendimi. bir insan evladı da neyin var kuzum demiyor. hay mınakey yani. talinim olsa sorardı, yalanımı kuvvetlendirecek bir iki atraksiyon yapardık.
mevzu mühim, izin aliim desen vermiz ibnetor. yapcak bi şey yok, uzman olduğum tek konuya başvuriiim dedim. tabi ki yalan. ama ööle kimsenin canını yakmayacak türden nolduğu için içim rahat.
ama bazen annem ya da babamın hastalandığı yalanını uydurunca biraz tırsmıyo değilim. sürekli bir tedirginlik hali vuku buluyor bünyede.
bir kere cumartesi çalımamak için yalan atacaktım, çok sevdiğim bir amcam öldü gerçekten işe gidemedim. ondan sonra bende bir korku kaldı.
atıyorum ama, naapim. bu hayat beni böyle yaptı. burnum uzamıyo allahtan:)

3 Eylül 2010 Cuma

ve ayşegül true blood izlemeye başlar:)


bill'e karşı boş değilim.

tahtaya vur tahtaya!

hiç anlamamışımdır bu tahtaya vurma meselesini. sabah bir yerde okudum, bayaa eskilere dayanıyormuş bu tahtayla olan ilişkimiz. bana mantıklı geldi. siz de okuyun, eminim size de gelecek. gelmezse tahtaya vurun. hepsi geçer o_O kafa gitti!
"Niçin tahtaya vuruyoruz?

Meşe ağacına insanların ruhani bir değer vermesi çok eskilere dayanır. Ağacın yüksekliği ve sağlamlığı nedeni ile bazı güçlere sahip olduğuna inanılıyordu. Tahtaya vurma inancı dünyanın apayrı iki yerinde birbirinden bağımsız olarak gelişti. Önce milattan önce 2000'li yıllarda Kuzey Amerika yerlilerinde, sonra da Ege'de Helen uygarlığında.

Her iki kültür de meşe ağacına çok sık yıldırım düştüğünü gözlemlemişti. Amerika yerlileri meşenin, Tanrının yıldırımla yeryüzüne inip üzerinde oturduğu yer olduğuna, Helenler ise Yıldırım Tanrısı olduğuna inanmışlardı. Kuzey Amerika yerlileri bu batıl inancı bir adim daha ileri götürdüler. Bu ağacın köküne vurarak, ileride başlarına gelebilecek tehlikelere ve şansızlıklara karşı Tanrı ile temasa geçtiklerine inanıyorlar ve ondan kendilerini korumasını istiyorlardı.

Ortaçağda ise Hıristiyan din adamları bu inancı kendi devirlerine taşıdılar. Onlara göre bu inanışın temelinde Hz. İsa'nın tahta bir çarmıhta öldürülmesi yatıyordu. Hatta Avrupa'nın her katedralinde orijinal tahta haçın küçük bir parçasının bulunduğuna inanılıyordu. Bu tahtaya vurmak ise "Tanrım dua ve isteklerimi gerçekleştir" anlamına geliyordu.

Bu arada diğer kültürlerde inanıştaki tahta aynı kaldı ama cinsi biraz değişti. Amerika yerlileri ve Helen medeniyetinin ağacı meşe iken, Mısırlılar incir ağacını, Almanlar dişbudağı tercih ettiler. Hollandalılar ise ağacın cinsine önem vermediler. Boyasız ve cilasız olması onlar için yeterliydi.

Amerikalıların tahtaya vurma inancının kökeni ne gariptir ki Amerikan yerlilerine dayanmıyor. Romalılar devrinde Avrupa'da iyice yaygınlaşan eski Helen inancının bir parçası olarak Amerikalılar tahtaya vuruyorlar. Başımıza gelebilecek kötü şeyleri savuşturmak için tahtaya vurma inancı hala devam ediyor..."